Bu Blogda Ara

27 Aralık 2010 Pazartesi

♥❤ΜΞЯΗΛβΛ ⅮΘϨϮⅬΛЯ❤♥Kadın sağlığı, erkek sağlığı , çocuk sağlığı ,diş sağlığı, göz sağlığı, Cildiniz, Estetik & Güzellik, Sağlıklı Cinsel Yaşam, Sağlıklı Beslenme ve Diyet hakkında bilmek istediğiniz ve merak ettiğiniz bütün haberler-yenilkler burada. www.saglikveyasamdergisi.com.tr


   
♥❤ΜΞЯΗΛβΛ ⅮΘϨϮⅬΛЯ❤♥Kadın sağlığı, erkek sağlığı , çocuk sağlığı ,diş sağlığı, göz sağlığı, Cildiniz, Estetik & Güzellik, Sağlıklı Cinsel Yaşam, Sağlıklı Beslenme ve Diyet hakkında bilmek istediğiniz ve merak ettiğiniz bütün haberler-yenilkler burada. www.saglikveyasamdergisi.com.tr

Birgo aracılığı ile saglikveyasamdergisi blogundan gönderilmiştir.


 

20 Aralık 2010 Pazartesi

Kış Depresyonu Sizi Esir Almasın!


Yüzünü daha az gösteren ‘güneş’ nedeniyle çoğumuz enerji yoksunluğu ve hayattan keyif alama gibi sorunlarla baş etmek zorunda kalıyoruz! Aslında ‘Kış depresyonu’ olarak adlandırılan ve özellikle kadınları etkisi altına alan bu hastalıktan korunabiliriz. İşin püf noktası ise haftada en az 2 kez balık tüketmek ve bol bol egzersiz yapmak!

Psikolog Orhan Öztürk

“Çok uykum olmasına rağmen gece uykuya dalmakta zorluk çekiyorum, sabahları da zar zor uyanıp gün boyu halsiz oluyorum”, “Kimse ile görüşüp konuşmak istemiyorum”, “Çok mutsuzum, içimden bazen ağlamak geliyor”, bu tarzı yakınmaları kış mevsiminde çevremizden sıkça duyuyor ya da kendimiz de dile getiriyoruz… Özellikle kadınları etkisi altına alan kış depresyonunun yaşamı çekilmez hale getiriyor, oysa bu hastalıktan korunmanın mümkün. Kış mevsimi bazı kişiler için oldukça zor geçiyor. Çünkü enerji yoksunluğu, gün içinde aşırı uyuklama, sabahları geç uyanma ve hayattan keyif alamama gibi durumlar yaşam kalitesini ciddi boyutlarda bozabiliyor. Ancak alınacak olan bazı önlemler ile kış mevsimini enerjik ve keyifli bir şekilde geçirmek mümkün.

Toplumun yüzde 10’unu etkiliyor!

Kış depresyonu, yılın diğer zamanlarında zihinsel durum açısından oldukça sağlıklı olmalarına karşın, soğuk aylar yaklaştıkça depresyon belirtileri gösteren kişilerde görülen ruhsal bir düzensizlik durumu olarak tanımlanıyor. Teknik adı “mevsimsel duygu durum bozukluğu” olan bu rahatsızlık nadiren de olsa diğer mevsimlerde ortaya çıkabiliyor. Kış depresyonu yaşayan kişilerin en belirgin özellikleri ise her sene kış ayları yaklaştıkça gözlenen depresyona özgü mutsuzluk, keyifsizlik, hayattan tat alamama ve enerji azalması gibi durumlar yaşamaları. Yapılan çalışmalar özellikle kadınları etkisi altına alan kış depresyonunun tüm yetişkinler arasında yüzde 1.5 - 10 gibi yüksek bir oranda gözlendiğine işaret ediyor.

Belirtileri neler?

Genellikle soğuk ve az ışıklı aylar yaklaştıkça giderek artan belirtiler şöyle sıralanıyor:

Enerjisi yoksunluğu,
Sabahları güç uyanma,
İsteksizlik,
Genel keyifsizlik,
Gün içinde aşırı uykulu olma,
Konsantrasyon güçlüğü,
Performans düşüklüğü gibi depresyona özgü durumlar yaşanıyor.
Sıklıkla karbonhidratlı besinler tercih edildiği için kilo alınıyor.
Depresyonu önlemenin 7 püf noktası!

Kış boyunca gündüz saatleri süresince olabildiğince doğal güneş ışığı almalısınız. Bu nedenle penceresi olmayan ve yapay ışıkla aydınlatılan ortamlarda çalışıyorsanız, sabah mesai saatinden önce ve hafta sonları güneşli ortamlarda bulunmaya çalışın.
Evde ve işyerinde aydınlatma için doğal güneş ışığı tarzında ışık veren ampuller kullanın.
D vitamini açısından zengin olan balık etini haftada en az 2 kez tüketin. Bol sıvı ve meyve suyunu ihmal etmeyin.
Mümkünse kış tatillerinizi güneşli ve rahat ortamlarda geçirin.
Uyku alışkanlıklarınızı değiştirmeyin, hafta sonları geç saatlere kadar uyanık kalmayın.
Haftada 3-4 gün egzersiz yapın. Böylelikle hem kendinizi daha dinç hissedecek, hem de gece daha rahat uykuya dalacaksınız.
Yapmak isteyip de devamlı ertelediğiniz sosyal aktiviteler için kış mevsiminin iyi bir fırsat olduğunu akıldan çıkarmayın.
Uzmana ne zaman başvurmalı?

Değişken sosyal ve fizyolojik şartlara bağlı olarak ortalama ruh halindeki dalgalanmalar herkeste görülebilir ve bu durum bir seviyeye kadar son derece olağan. Kış depresyonu bir uzmana başvurulmadığı durumlarda baharın gelmesiyle de pekala kendi kendine geçebilir. Ancak duygu durumdaki düşüşler her sene kış aylarında belirgin olarak ortaya çıkıyorsa ve kişinin psikolojik, sosyal, ailevi ve akademik hayatını ciddi derecede etkilemeye başlamışsa, artık bir uzmana görünme vakti gelmiştir. Böylelikle profesyonel yardım alan hastalar bir sonraki yılın kış depresyonuna karşı daha hazırlıklı olur ve hastalıkla çok daha verimli metotlarla başa çıkmayı öğrenirler.

Işık terapisi ile etkili çözüm!

Kış depresyonunda diğer depresif bozuklukların tedavisinde kullanılan klasik yöntemler olan bilişsel-davranışçı psikoterapi ve ilaç tedavisinden farklı olarak, ışık terapisi (fototerapi) ile melatonin hormon desteği uygulamalarına yöneliniyor. Özellikle ışık terapisi ve psikoterapi kombinasyonu ile hastaya ilaç vermeden ve olası yan etkilerden uzak kalarak çok başarılı sonuçlar elde etmek mümkün oluyor. Tedaviye yanıt oranı kişiden kişiye ve kullanılan yöntem kombinasyonuna bağlı olarak değişiyor. Ortalama bir ışık terapisi seansı 30-60 dakika sürüyor ve hastalar genellikle ilk 1 hafta sonrasında iyileşme fark etmeye başladıklarını ifade ediyor.

Karındaki Aort Anevrizması Ani Ölümlere Yol Açabiliyor


Genel olarak damarların genişlemesi, çapının artması ve balonlaşması olarak tanımlanabilen “anevrizma” ani ölümlere yol açabiliyor. Oysa karın aortundaki anevrizmalar basit bir ultrasonografi tetkiki ile tespit edilebiliyor!

Doç Dr. Erdal Aslım

Kalp Damar Cerrahı Uzmanı

Dünyadaki mevcut istatistikler ve rastlanma sıklığı göz önüne alındığında, ülkemizde halen binlerce tanısı konmamış aort anevrizmalı hasta olduğu tahmin ediliyor. Vücudun tüm damarlarında oluşabilen anevrizma en sık karın bölgesinde gelişiyor. Anevrizma genelde hiçbir yakınmaya yol açmadığı için tesadüfen kontrol amaçlı tetkikler yapılmadıysa damar yırtılmadan önce fark edilemiyor. Anevrizmanın ilerlemesine karşın bir önlem alınmadığı için de damar daha fazla şişiyor ve içindeki basınca dayanamayarak bir balon gibi patlıyor. Aslında karın aortundaki anevrizmalar basit bir ultrasonograf tetkiki ile tespit edilebiliyor. Bu nedenle her yetişkinin 40 yaşından sonra 5 yılda bir ultrason muayenesinden geçmesi yaşamsal önem taşıyor.

Erkeklerde kadınlara göre 3 kat fazla görülüyor

Anevrizma durumunda, çeşitli nedenlerle damarın formu bozulup genişliyor ve çapı yüzde 50 oranında genişliyor. Yani, normalde 2 santim çapa sahip olan aort damarı genişleyerek 3 santime ulaşırsa, buna aort anevrizması deniyor. Anevrizma en çok, kalpten pompalanan kanın tüm vücuda dağılımını sağlayan aort damarında oluyor. Aortun damarında da en çok karın içerisinde, böbreklerin alt kısmında bulunan karın aortunda rastlanıyor. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat fazla görülen, aort yırtılması sonrasındaki ölüm riski de batılı ülkelerdeki istatistiklere göre yüzde 90 gibi yüksek bir oranda oluyor. Avrupa ve Amerika’daki istatistiksel araştırmalara göre 65 yaş üstündeki 100 erkekten 3 tanesinde bu hastalık görülüyor.

Ülkemizde yaklaşık 100 bin hasta saatli bomba ile yaşıyor!

İstatistikler ülkemize uyarlandığında ülke genelinde şu anda 80000 ile 100000 arasında karın aortu anevrizmatik olarak genişlemiş bir hasta grubu olduğu hesaplanıyor ve bunlara her yıl 3000 kadar yeni teşhis edilen hastanın katılımının olması gerektiği görülüyor. Bu rakamlara rağmen ülke genelinde yaklaşık olarak her yıl maksimum 1500 civarında hastaya müdahale edildiği biliniyor. Halihazırda binlerce hasta karınlarında böylesine tehlikeli bir hastalığın varlığından veya tedavi imkanlarından habersiz bir şekilde yaşıyor. adığı uyarısında bulanarak, “Belki de bazıları düşük risk ile tedavisi mümkün olabilecek bu hastalık nedeniyle yaşamlarını aniden kaybetme riski ile karşı karşıya kalıyor.” Diyor.

En büyük risk faktörü “damar sertliği” !

Aort anevrizmaları çoğunlukla ateroskleroz, halk diliyle damar sertliğinden kaynaklanıyor. Damar sertliği nedeniyle damar duvarlarında kalsiyum ve yağ plaklarının oluşturduğu deformasyonlara bağlı olarak damar duvarı deforme olup genişlemeye başlıyor ve anevrizma gerçekleşiyor. Damar sertliğinin yanı sıra farklı risk faktörleri de bulunuyor:

Ailede anevrizma varlığı
Erkek olma
Sigara kullanımı
Bacaklarda damar hastalıklarının var olması
Hipertansiyon
Kan yağlarının yüksekliği
KOAH yani bronşit veya astım gibi kronik akciğer hastalıklarına sahip olma
“Marphan sendromu” ya da “sistemik lupus”, “ ehlers danlos sendromu” gibi doğuştan gelen bağ dokusu hastalıkları ve özellikle ülkemizde daha yaygın olarak rastlanan “Behçet hastalığı” gibi hastalıklara sahip olma.
Damar bir balon gibi patlıyor!

Anevrizmada en önemli tehlike, damarın aniden yırtılarak iç kanamaya yol açabilmesi. Üstelik aort anevrizmaları genelde hiçbir şikayete neden olmadan ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla kontrol amaçlı tetkikler yapılmadıysa hastalar anevrizmayı yırtılmadan önce fark edemiyor. Anevrizma bazen, damar çapındaki artışa bağlı olarak omurgaya baskı yapabiliyor. Ancak bu baskının yol açtığı ağrılar, sıklıkla omurga veya böbrek ağrıları ile karıştırılabiliyor. Anevrizmanın ilerlemesine karşın bir önlem alınmadığı için de damar daha fazla şişiyor ve sonunda içindeki basınca dayanamayarak bir balon gibi patlıyor. Anevrizma yırtılırken buna şiddetli bir ağrı, bulantı ve kusma eşlik edebiliyor. Karın aortu yırtıldığında kan bir anda karın içerisine boşalıyor, kan kaybına bağlı tansiyon düşmesi ile hasta şoka giriyor. Organlara giden kan akımının durması ile hastanın yaşamı ciddi şekilde tehlikeye giriyor.

Utrasonografi ile tespit ediliyor!

Karın bölgesindeki aort anevrizmaları tesadüfen, karın içerisindeki diğer organların hastalıkları nedeni ile yapılan tetkiklerle ortaya konabiliyor. Zayıf kişilerde anevrizma karın muayenesi ile tespit ediliyor. Ancak şişman kişilerdeki yağ fazlalığı muayene ile tespite engel oluyor. Bu kişilerde henüz elle tespiti mümkün olmayan anevrizmalar için, en basit ve ucuz tetkik yöntemi “karın ultrasonografisi” oluyor. Teşhis amaçlı kullanılabilen diğer tetkikler arasında ise bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans yöntemleri bulunuyor. Bu tetkikler ağrısız ve komplikasyonsuz olmakla birlikte radyasyon gibi yan etkileri bulunmuyor.

Ne zaman ameliyat?

Küçük çaplı anevrizmalar 6 ay veya 1 yıl gibi aralıklarla ultrasonograf ile düzenli olarak takip ediliyor. Bu süreçte hastanın ağır şeyler kaldırmaması, aşırı ıkınma hareketinden kaçınması, yüksek tansiyon ile savaşması, kandaki yağ oranına dikkat etmesi ve sigarayı bırakması isteniyor. Aortun çapı 5.5 santime ulaştığında ise damarın yırtılma riski olduğu için operasyon kararı alınıyor. Mevcut tıbbi bilgi ve teknolojiler eşliğinde operasyon; “klasik açık yöntem” veya “EVAR” yani “Endovasküler Aortik Stent İmplantasyonu” şeklinde kapalı yöntemler ile yapılabiliyor. Açık veya kapalı operasyondan hangisinin uygulanması gerektiğine de damarların anatomik yapısı, hastanın yaşı ve ek hastalıkları göz önüne alınarak karar veriliyor.

28 Ekim 2010 Perşembe

Bağışıklık Sisteminizin Doğal Sigortası:‘Kırmızı Reishi’ Mantarı


Japonca’da ‘Ölümsüzlük’ anlamına gelen Kırmızı Reishi Mantarı, Japonya Sağlık Bakanlığı tarafından kansere karşı korunmada yararlanılabilecek en çok dikkati çeken bir mantar türü olarak kabul ediliyor. Bilimsel araştırmalar, Kırmızı Reishi Mantarı’nın vücudumuzun doğal savunma mekanizmasını güçlendirerek olumsuz etkilere karşı korumak, yüksek tansiyon, kolesterol, diyabet, bronşit, prostat gibi problemlerle baş etmek, kanser, karaciğer bozuklukları, hepatit, HIV/AIDS gibi hastalıklardan korunmada ve bu hastalıklarla savaşırken faydalı olduğunu ortaya koymuştur.

Prof.Dr.Erdem Yeşilada

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi

Fitoterapi ve Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı
Kırmızı Reishi Mantarı’nın bağışıklık sistemini güçlendirerek sağlığınızı korumaya yardımcı olduğu, içeriğindeki aktif maddelerle birçok hastalığın tedavisinde destekleyici olarak kullanılabileceği belirtiliyor. Farmakoloji ve fitoterapi, yani doğal kaynaklı ilaç ham maddeleri üzerine çalışmalar yapan Prof. Dr. Erdem Yeşilada Kırmızı Reishi Mantarı’nı anlattı.
· Kırmızı Reishi Mantarı nedir?

Bazı mantar türleri, özellikle Uzakdoğu’da son derece değerlidir. Gerek Çin ve gerekse Japon tedavi sistemlerinde Latince bilimsel adı Ganoderma lucidum olan Reishi mantarı bunlar arasında en çok dikkati çekenidir. Kırmızı Reishi Mantarı Japonya’da önemli mantarlardan biridir ve polisakkarit içerikleri bakımından zengindir, dolayısıyla bağışıklık sistemini desteklemektedir. Bu nedenle insanın daha dinç, hastalıklara daha dirençli olmasını sağlar. Bu bakımdan insan ömrünü uzatıcı özellikleri bulunduğu kabul edilir. Reishi Mantarı’nın Çin tıbbında yüzlerce yıllık geçmişi vardır. Son yıllarda gerek Avrupa ve gerekse Amerika’da önemli bir yer kazanmıştır. Etkileri bilimsel olarak giderek artan bir şekilde ortaya konulmaktadır. Reishi Mantarı’nın bir diğer etkili bileşen grubu ise taşıdığı triterpen yapısında bileşenlerdir. Triterpen bileşenlerinin reishi’nin iltihap giderici, immün sistemi destekleyici, kalp ve damar sistemi ve tansiyon gibi birçok etki profili içerisinde önemli rolü bulunmaktadır. Polisakkaritler ve triterpenlerle birlikte bilhassa bağışıklık sistemi üzerinde daha yüksek aktivite gösterir.

· Türkiye’de üretimi tedavi edici özelliğini azaltır mı?

Hiçbir madde doğada yoktan var, vardan da yok edilemez. Siz ne verirseniz, onu biyolojik sistemi içerisinde kendi ihtiyacı olan maddelere dönüştürecektir. Verdiğiniz mineraller, inorganik materyaller onun için bir kaynaktır. Çünkü besinlerini topraktan almaz. Ölü kütükten, ölü tahtadan alır. Kendi dönüşümünü yapar. Mantarlar zaten yarı parazit organizmalardır. Uygun ortamı sağladığımız her yerde bu mantarlar yetişebilir.

· Bağışıklık sistemi ve kronik hastalıklar üzerindeki olumlu etkileri

Mevcut kaynaklar ( İngilizce yazılmış olan) kalp-damar, antioksidan ve immün sistemi üzerinde olumlu etkileri bulunduğu deneysel olarak gösteriyor. Özellikle prostat ve göğüs kanseri üzerine yapılan sayılı klinik çalışmalarda tedavi edici özelliği saptanmıştır. Bu da önemli bir parametredir. Olması gereken, bu tip çalışmaların arttırılmasıdır. Bilimsel çalışma sonuçlarına bakıldığında Reishi’nin avantajı hem antikanser özelliğine sahip olması, hem de bağışıklık sistemini desteklemiş olmasıdır. Kanser bugünden yarına oluşabilen bir durum değil, uzun süreçte ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, reishi’nin belirli bir program dâhilinde, sistematik olarak kullanılması sağlığın korunması bakımından önemli yararlar sağlayabilecektir.

· Kanserli hücreleri geriletme ve tümörleri küçültme yönündeki özelliği

Hem bağışıklık sistemi üzerinde etkili olması hem de antikanser bileşenlerine sahip olması bir ilaç veya karışım için önemli bir avantajdır. Kemoterapi uygulamalarında tümör hücrelerinin öldürülmesi amacıyla sadece ilaç verilmektedir. Ancak Çin’de modern tıp uygulamalarında kemoterapi sırasında kontrollü bir şekilde bağışıklık sistemini destekleyici doğal ürünlerin başarı ile uygulandığı görülüyor. Ancak kemoterapiyle birlikte bağışıklık sistemi ilacının gelişigüzel şekilde kullanılması önemli riskleri taşır. Çünkü bağışıklık sistemi ilacı, özellikle iltihabı artıran bazı maddeler taşıyorsa, ciddi advers etkiler ortaya çıkarabilir. Bağışıklık sistemi üzerinde Reishi Mantarı’nın tedavisi etkili olabilir. Olabilir diyoruz, çünkü bunlar sadece belirli popülasyonlarla yapılan çalışmaların sonucudur. Daha geniş kapsamlı uygulamalar yapılmalıdır. İlaçlar üzerinde yapılan çalışmalar çok uzun sürer. Bir sentetik ilacın piyasaya çıkması için genellikle verilen zaman 10 yıllık bir süreçtir. Bitkisel ilaçlarda ise durum daha komplikedir, çünkü daha çok bileşen vardır. Bu bileşenlerin her birisinin etkisini gösterebilmek uzun bir süreci gerektirebilir. Diğer taraftan bunlar, yüzlerce yıldır halk arasında gerçekleşen tedavide kullanıldığı için bunların etki profilinin bu özel bileşenlerine inmeden belirlenmeye çalışılması bu konuda önemli bir avantaj sağlayabilecektir. Çünkü neticede bunlar mantardır. Yapılan çalışmalar açık bir şekilde gösteriyor ki uzun süreçte kullanıldığında hiçbir belirgin yan tesiri yoktur ve bu önemli bir avantajdır. Yan tesirsiz hiçbir şey yoktur. Suyun bile yan tesiri vardır. Önemli olan bunun yeterli miktarını ayarlayabilmektir.

· Kullanım şekli ve yaş sınırı

Yan etki bakımından güvenilir olduğu mevcut çalışmalar ortaya koymaktadır. Herhangi bir yaş sınırı söz konusu değildir. Kanserin genç kimselerde olma olasılığı düşüktür. Bu bakımdan beş-altı yaşından itibaren kullanılması uygun olabilir. Ben her zaman bir maddenin uzun süreli alınmasına pek sıcak bakmamışımdır. Çünkü her madde vücutta belirli bir metabolizma sürecinden geçiyor ve vücuda belli bir yük getirebiliyor. Bu yüzden yediklerimiz ve içtiklerimiz de son derece önemlidir. Belirli periyodlarda bağışıklık sistemi ilaçlarının bir hafta- on gün gibi süreçlerle etki etmesi söz konusu değildir. Asgari olarak etki süresi üç haftadır. Üçer aylık dönemlerle, mesela mevsim geçişlerinde yapılabilecek, arada duruma göre 1 aylık bir ara verilecek bir programın uygulanması yararlı olabilir. Bağışıklık sisteminden bahsederken, alınacak ilaçlar da bağışıklık sisteminin geç oluşmasına sebep olabilir. Örneğin, bir enfeksiyonlu hastalık geçirirseniz bağışıklık sisteminin yeterli seviyeye ulaşması mümkün olmayabilir. Miligram olarak da yapılan çalışmalarda gördüğüm günlük miktar 6 mg civarıdır.

· Doğal kullanım tercih edilmeli

Bitkisel ilaçlar kapsüllere konduğunda doğrudan etkili olur, dolayısıyla içerisine herhangi bir katkı koymak gerekmez. Ancak maddeler çok dayanıksızsa o zaman antioksidan gibi koruyucular koymak gerekebilir. Biz her zaman sıvı uygulama şekilerini tercih ederiz. Çünkü emilim ağızdan başlar ve etki daha yüksek olur. Sıvı şekli bir avantajdır, çay da o bakımdan uygundur ama uygulanışı önemlidir. Tam tarif edilen şekilde uygulanması gereklidir.

27 Ekim 2010 Çarşamba


   
Kırmızı Reishi Mantarını bilmeyenler doğal sağlık sigortaları için mutlaka Dr.Soner Dileklenin Bu mantar türü ile ilgili yazısını okusunlar www.saglikveyasamdergisi.com.tr

Birgo aracılığı ile saglikveyasamdergisi blogundan gönderilmiştir.


 

22 Ekim 2010 Cuma

Grip Aşısında Devrim: Mikroenjeksiyon Sistemli Grip Aşısı: İntanza



Yeni geliştirilen grip aşısı 1,5 mm boyutunda çok küçük iğneli bir enjektör ile deri altına enjekte ediliyor, deri içerisinde bağışıklık sistemi hücreleri bol miktarda bulunduğu için daha az miktarda aşı verilmesine rağmen kas içine yapılan aşılar kadar etkili… Aynı zamanda acısız ve de konforlu…

Prof. Dr. Selim Badur
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Grip Çalışma Grubu Temsilcisi

Aşı yaptırmaya çekinenleri harekete geçirmek için 1,5 mm uzunluğunda çok küçük iğnesi olan mikroenjeksiyon sistemli grip aşıları piyasaya çıkarıldı. Yüksek teknoloji ürünü bu aşılar hem olan hem de uygulayan açısından yüksek konfor sağlamaktadır.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Grip Çalışma Grubu temsilcisi Prof. Dr. Selim Badur aşı ile şu bilgileri verdi:
‘’Bağışıklık sistemi ile grip ilişkisi, aşı, direnç gibi konular önceliklidir. Grip aşılarında yenilikler getirildi. En önemli yeniliklerin başında Deri içine uygulanan aşıların yer alıyor. Yeni geliştirilen aşıyla 1,5 mm boyutunda çok küçük iğneli bir enjektör ile aşının deri altına enjekte edilmesine başlanıyor. Yeni aşı aynı zamanda 0,1 ml. gibi çok düşük bir hacimde deri içine veriliyor. Deri içerisinde bağışıklık sistemi hücreleri bol miktarda bulunur, böylece bu yolla verilen aşı daha az miktarda aşı verilmesine rağmen kas içine yapılan aşılar kadar etkilidir. Deri altına aşı yapmak zordur, ancak yeni çok küçük uçlu mikro injeksiyon sistemi ile bu zorluk aşılarak kitle aşılaması daha kolay hale gelecektir.
Bu yeni sistem, injeksiyon yaptırma nedeniyle, aşı olmaya çekincesi olanların da çekincelerini ortadan kaldıran ve rahatlıkla aşı olunmasını sağlayan bir sistemdir. Mikro enjeksiyon sistemli Grip aşısı ilk etapta 18-59 yaş grubundaki kişiler için uygulanacaktır. Deri içine aşı uygulamayı sağlayan bu yeni mikroenjeksiyon sisteminin aşılama oranlarını arttıracağına inanılmaktadır.
Deri içerisinde bağışıklık sistemi hücreleri bol miktarda bulunur, böylece bu yolla verilen aşı daha az miktarda aşı verilmesine rağmen kas içine yapılan aşılar kadar etkilidir. Deri altına aşı yapmak zordur, ancak yeni çok küçük uçlu mikro injeksiyon sistemi ile bu zorluk aşılarak kitle aşılaması daha kolay hale gelecektir.

8 Ekim 2010 Cuma


   
Güzellik sırlarınız mı var? Başkalarıyla paylaşın. Bizimle yada takipçilerimizle sohbet etmek mi istiyorsunuz? Biz buradayız. Anlatmak istediğiniz bir hikaye, danışmak istediğiniz bir sorunuz mu var? Bizimle bu forum sayesinde sürekli irtibat halinde bulunabilirsiniz. Çünkü biz mutluluk gibi bilgininde paylaştıkça arttığına inanıyoruz ve hepinizi Sağlık ve Yaşam FORUM da bekliyoruz...rnhttp://saglikveyasamdergisi.forumdizini.com/

Birgo aracılığı ile saglikveyasamdergisi blogundan gönderilmiştir.


 

5 Ekim 2010 Salı

Devleri Devleştiren Gizli Kahraman


12 Dev Adam A Milli Basketbol Takımı, 2010 Dünya Şampiyonası’nda devleştikçe devleşti… Yorulmadan, hız kesmeden, rakiplerini bir bir devirerek tarih yazdı ve dünya ikincisi oldu. Biz de Jump Shot Basketbol Dergisi olarak devlerimizin fiziksel kapasitesini ve gücünü; kısacası kondisyonlarını artıran gizli 13’üncü kahraman Ozan Şirikci ile konuştuk.

Haber-Röportaj: Nilay Akgün

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda millilerimizi devleştiren milli takımımızın kondisyoneri Ozan Şirikci’ya ‘performansı ve fiziksel gücü nasıl bu kadar yüksek tutmayı başardıklarını’ sorduk; o da içtenlikle cevapladı.



· 14 Eylül 2010’da Dev Adam Basketbol Takımı tarih yazdı. Tarihi kahramanları maçlara nasıl hazırladınız?

Ozan Şirikci: Bir basketbol oyuncusunun maç esnasında göstermiş olduğu fiziksel performansın içerisinde genel kardiyorespiratuvar (kalp ve solunum) kondisyon, kuvvet, dayanıklılık, sıçrama, hız ve çabukluk gibi kondisyon nitelikleri olması gerekir. Bütün bu faktörler birbirlerinin gelişimlerini pozitif veya negatif yönde etkiler. Dolayısıyla ben kendi programlarımda periyodize edilmiş, basamaklı, bireysel özellikleri göz önünde bulunduran ve ihtiyaca uygun bir program hazırlamaya gayret ettim. Bildiğimiz gibi her sporcunun farklı bir vücut yapısı ve genel kondisyon seviyesi vardır; bunları mutlaka değerlendirmek durumundayız. Tabii burada oyuncularımın göstermiş olduğu çaba, motivasyon ve çalışma azmi çok üst seviyedeydi. Eğer bu motivasyonu oluşturamasaydık işimiz çok daha zordu.


· Dünya şampiyonası öncesinde takımın kondisyonu nasıldı?

Ozan Şirikci: Her oyuncu kendi takımlarında sezonu bitirdikten sonra geçen zaman içerisinde farklı kondisyon seviyelerinde kampa katıldı. Bazı oyuncularımızın sezon içi yorgunlukları devam ederken, birkaç oyuncumuzun sezon içi geçirmiş oldukları sakatlıklar hala devam ediyordu. Takımın kondisyonu tabii ki şampiyona dönemindeki gibi değildi. Kondisyon kampımız sonrasında hazırlık maçlarında takımın ne kadar yorgun olduğunu ve hazırlık maçlarında yenilgiler aldığımızı belki hatırlarsınız. Fakat bizim işimizde sabırlı olmak gerekiyor; çünkü kuvvet, çabukluk, dayanıklılık, hız gibi sporun gerektirdiği bütün bu atletik özellikler çalışma esnasında değil, toparlanma döneminde gelişiyor. Bu nedenle o dönemde ben önemli bir aşama kaydettiğimizi düşünüyorum.

· Şampiyona devam ederken kondisyonu nasıl yüksek tuttunuz?

Ozan Şirikci: Şampiyona devam ederken takımın kondisyon seviyesini korumak önemli bir gözlem işidir. Burada tabii ki head koçumuz Sayın Tanyevic’le yapmış olduğumuz toplantılarla gerekli antrenmanların metoduna ve bazı maçlarda az süre alan oyuncularımızın özel çalışmalarıyla alakalı özel çalışmalar yaptık. Eğer bir oyuncu o gün maçta az süre almışsa o oyuncunun özel bir antrenmanla kendini yüksek kondisyon seviyesinde tutması gerekir. Bunun için de hem basketbol koçları, hem ben oyuncularımızla ayrı ve özel çalışmalar yaptık.

· Devler için nasıl bir beslenme planı uyguladınız?


Ozan Şirikci: Kamp döneminde bu konuya daha “dikkatli” yaklaşmak gerekiyor. Çünkü maçlar başladığı zaman sporcu yüksek karbohidrat ihtiyacıyla karşılaşıyor. Maçların oynandığı dönemde diyet yapmak yerine karbonhidrat, protein ve hatta kullanılabilir yağ açısından zengin besinler tüketmek gerekmektedir. Fakat kamp döneminde biz oyuncularımızın oynadıkları mevkiiye göre belirli bir kilo ve "size"da olmaları gerektiğini bildiğimiz için buna göre bir yönlendirme yaparız. Fazla yağ kitlesinden kurtulması gereken veya aynı şekilde kas kitlesi kazanarak kilosunu arttırmaya çalıştığımız oyuncularımız oldu tabii ki. Antrenman ve uygulanan beslenme programı birbirine uyumlu olmalıdır.



Özel bir besin ya da enerjilerini yükseltecek doğal takviyelere gerek duydunuz mu?


Ozan Şirikci: Takviye olarak verdiğimiz bazı ergogenic yardımlar oldu. Vitamin-mineral, protein desteği, karbonhidrat desteği bunlardan birkaçı. Ayrıca maç zamanı Beta alanin, creatin gibi performansı ve toparlanmayı destekleyen takviyeler de kullandık. Fakat bütün bu saydıklarım istikrarlı bir sportif performans için olmazsa olmaz düzenli bir beslenme programı; uyku ve iyi bir antrenman programı bütününün içinde sadece %5’i teşkil eder.

· Dünyada kondisyonu artırmak için kondisyonerler ne tür takviyeleri kullanıyor? Sizin bu konu hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Ozan Şirikci: Aslında çok güzel bir konuya değindiniz! İçerisinde doping maddesi içermeyen "ergogenic aids" yani ergojenik yardım diye adlandırdığımız bu destek ürünleri ne yazık ki inanılmaz bir ticari boyuta ulaştı. Sporcular ve maalesef kondisyon koçlarının çoğu bu ürünlere gereğinden fazla itimat ediyor ve inanıyorlar. Doping konusuna hiç girmeyeceğim çünkü o başlı başına ayrı bir konu… Fakat bu ergojenic destekler arasında L-carnitin gibi yağ yaktığına inanılan ürünler, protein ve karbohidrat destekleri, L-glutamine, L-arginin gibi amino acid grubu ve protein türevleri, vitamin mineral takviyeleri; uyarıcılar içerisinde ise cafein, guarana gibi sempatik sinir sistemini aktive eden ürünler sayılabilir. İnsanlar şunu zannediyor; “L-carnitin aldım, şimdi yağ yakacağım!” Metabolizma olarak durduğunuz yerde hiçbir şey yapmadan da belirli oranda yağ yaktığınızı biliyor muydunuz? L-carnitinin yağ yakımına yardımcı olduğunu söyleyen çalışmalar olduğu gibi belki iki katı kadar sindirimsel yolla alındığında işe yaramadığını söyleyen birçok çalışma da mevcuttur.



Citruline Malate'a gelince:) Biyokimyasını anlatmak hem okuyucular hem de sizler için kompleks olabilir. Kısaca etki mekanizmasından bahsedersek, "citruline malate": asteni (normal yorgunluktan farklı olarak oluşan ve dinlenmeyle kaybolmayan, ritim bozukluğu, uyku düzensizlikleri, dikkat ve koordinasyon eksikliği, çeşitli enfeksiyonlara neden olabilen genel sağlık durumunun kötüleşmesi) ve efor sonucu oluşabilen kronik yorgunluk sonucu oluşan performans düşüklüğünü düzeltmek için kullanılan bir üründür. Aslında citruline malate, enerji metabolizmasında var olan "krebs cycle" ya da laktik asit siklusu dediğimiz bir döngünün içerisinde bir ara üründür. Efor sonrası biriken laktik asidin ve oluşan asidozun azaltılmasında, defense mekanizması sırasında oluşan amonyumun düşürülmesinde "corrector” olarak işe yaradığı bazı çalışmalarda ortaya konulmuştur. Sonuç olarak amacı vücut enerjisini ve potansiyeli yüksek seviyede tutmaktır. Efor sonrası toparlanma döneminde, yoğun kamp dönemlerinde krampı ve yorgunluğu azalttığı, asidozu düşürdüğü söylenebilir.





Anaerobik performansı ve enerji toparlanmasını artıran ve etkisi kanıtlanmış creatin monohydrate gibi ürünler de var. Sonuç olarak bu ürünlerin kas kitlesini artırmak, yağ yakımın hızlandırmak, motivasyonu ve uyanıklığı yükseltmek gibi nedenleri olabilir. Fakat ben bilimsel olarak araştırmadığım ve inanmadığım hiçbir ürünü tavsiye etmiyorum. Bu tür takviyeleri sporcuyu motive etmek için bir dozda kullanabilirsiniz; ama performansı doğrudan bu ürünlere bağlamak cahillik. Sporda ve sportif başarıda kondisyon bilimi dünyada çok büyük bir bilim dalı… İçerisinde biyokimya, biyomekanik, neredeyse patoloji hariç bütün medikal ana bilim dallarını barındırır. İyi irdelemek ve kullanılacak maddeleri iyi tespit etmek gerekir... Son yıllarda beta alanin üzerinde yapılan çalışmalar bu maddenin dayanıklılığı artırdığını ortaya koymuş. Amerika’dayken gördüğüm 3 veya 4 maddenin atletik çalışmalarda kullanıldığı: beta alanin, creatin monohydrate kullanılabilir serbest yağ asitleri, karbohidrat ve protein shake'ler.

· Bir kondisyoner takımını maçlara nasıl hazırlar?

Ozan Şirikci: İlk önce takımdaki oyuncuların fiziksel olarak ihtiyaçlarını belirlemek ve antrenman programlarını oluşturmak için bir test prosedürü uygulamalı ve ihtiyaçlar tespit edilmelidir. Daha sonra o sporun gerektirdiği performans özelliklerini tespit etmek ve antrenmanlarda uygulamak gerekir. Bütün spor dalları için neredeyse ortak olan hız, çabukluk, reaksiyon zamanı, kuvvet, güç, dayanıklılık, çokyönlülük, koordinasyon gibi özellikler kademeli olarak geliştirilmelidir.

Örnek verecek olursak; dayanıklılığı olmayan bir sporcu ne kadar kuvvetli olursa olsun o kuvvetini maç boyunca devam ettiremezse bu özelliğinin bir anlamı yoktur. Burada kuvvette devamlılık ilkesi karşımıza çıkar. Bütün bu özellikler basitten zora, kolaydan karmaşığa, temelden kompleks hareket serisine doğru bir yol izlemelidir. Yeteri kadar kuvvete sahip olmayan bir basketbol oyuncusundan çok süratli olmasını istiyorsanız hayal görüyorsunuz demektir.

Genetik faktörlerin dışında bütün kondisyon yetileri ihtiyaca göre dizayn edilir. Bu da takıma, oyunculara, sakatlık durumuna, yaş ve cinsiyet farklılığına bağlı olarak değişir. Sorduğunuz sorunun kesin bir cevabı yoktur çünkü değişkendir. Ama temel prensipleri bilmek çok önemlidir. Dinlenme ve toparlanma faktörünü göz önünde bulundurmayan ve sürekli yükleme yapan bir antrenör belirli bir süre sonra takımda kronik yorgunluk vakalarıyla ve sürantrene dediğimiz sporcunun performansının iyileşmediği, hatta kötüleştiği sendromla karşılaşacaktır. Dediğimiz gibi çalışırken değil toparlanma döneminde kondisyon seviyesi yükselir. Bu nedenle iyi bir yüklenme-dinlenme yüzdesi yakalamak gerekir.



Ozan Şirikci kimdir?


Kahramanmaraş’ta 1977’de doğdum. Fakat Eskişehir’de büyüdüm ve eğitimimi tamamladım. İlk önce Anadolu Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, ardından sporda yüksek performans üzerine çalışmak istediğim için yine Eskişehir’de Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde insan fizyolojisi ve anatomisi üzerine 5 yıl yüksek eğitimimi tamamladım. Böylece hem genel, hem de bir egzersiz fizyoloğu olarak mezun oldum. Elit düzeydeki basketbolcular üzerinde yüksek performans, maksimum oksijen kullanımı, toparlanması ve uyku fizyolojisi üzerine bilimsel çalışma yaptım ve makale yazdım. Eğitimim süresince hem kişisel, hem takım bazında kondisyonerlik yapmaya devam ettim. Bir yandan da egzersiz fizyoloji laboratuarında çalışmalarım devam etti. Daha sonra İstanbul’a yerleştim. Fenerbahçe-Ülker’de çalışmaya başladım ve son iki yıldır basketbol a milli takımımızı çalıştırıyorum. Öncesinde genç milli takımı çalıştırmıştım. Geçen sene Şampiyon FB-Ülker kadrosunda kuvvet-kondisyon koçu olarak görev yaptım. Her yıl Amerika’ya gidiyorum ve oradaki gelişmeleri yakından takip ediyorum. "Cybex international" ile biyomekanik (Boston -USA), "Athletes Performance" (Los Angeles) ile atletik performans üzerine, Newyork’ta ise NSCA(National Strength and Conditioning Association ) ile çalıştım.
Aynı zamanda ben bir basketbol ve atletizm koçuyum. Yani bütün çabam sportif başarıyı getiren çok önemli unsurlardan fiziksel kapasiteyi ve gücü artıracak konular üzerine yoğunlaşmak.

26 Eylül 2010 Pazar

Detoks Hakkında Merak Edilenler


Detoks zihinsel, ruhsal ve bedensel bir arınma sürecidir. Sağlığımızı korumak için vücudumuzu toksinlerden arındırmak çok önemlidir. Vücudumuza çeşitli yollarla giren zararlı toksinlerden kurtulmak olarak tarif edebileceğimiz detoks hakkında bütün merak edilenleri bu yazımızda yanıtlıyoruz.

Dr. Zehra Akören

Beslenme ve Diyet Uzmanı
Havada, yiyeceklerimizde, içeceklerimizde ve çevrede bulunan toksinler, vücudumuza girer. Bağışıklık sisteminin düşük olması halinde deri, nefes, vücut salgıları, sindirim ve boşaltım sistemi aracılığı ile toksinler vücudumuzda birikebilirler.
Detoks nedir?

Detoks zihinsel-ruhsal-bedensel arınmadır. Zihinsel ve ruhsal arınma bir süreç ister, bedensel arınma ise her gün vücut tarafından lenf dolaşımımız aracılığı ile doğal olarak gerçekleşir.

Detoksta amaç nedir?

Vücudumuzu toksinlerden arındırarak sağlığımızı korumak, vücudumuzdaki sıvıların asitleşmesini önlemek, asit -baz dengesini korumaktır. Sağlıklı bir vücutta kan ve vücut sıvılarının hafif alkali olması beklenir. Alkalik vücut sıvısı ve kandaki oksijen, aynı zamanda güçlü bir bağışıklık sisteminin temelidir. Kanın asitleşmesi organlarımıza ve beyin hücrelerimize zarar verebilir.

Detoks ne zaman yapılmalıdır?

Detoks ihtiyacı, kişiye ve sağlık durumuna göre değişir. Mevsim değişikliklerinde detoks yapmak vücudumuz için faydalı olabilir.

Kimlere detoks yapılmaz?

—Gebeler ve emzikliler,

—Yüksek tansiyon hastaları,

—Gut hastaları,

—Kalp-damar sağlığı bozuk olanlar,

—Kan şekeri düzensizliği yaşayanlar,

—Şeker hastaları,

—Küçük çocuklar,

—Bedenen ağır işte çalışanlar,

—Sağlık sorunu olan yaşlılar,

— Kansızlığı olanlar,

— Düzenli ilaç almak durumunda kalanlar detoks yapmamalıdırlar.

Kimler detoks yapabilir?

—Bir sağlık sorunu olmadan, fazla kiloları nedeniyle zayıflama programına girenler,

— Zihinsel bulanıklık, irritasyon, gözaltında morluklar oluşanlar,

— Kötü nefes,

— Paslı dil,

—Kabızlık,

— İshal,

— Bulantı hali,

— Ciltte yara ve akne si bulunanlar,

— Kötü beden kokusu yaşayanlar

—Sigara

–alkol tüketenler, kimyasal malzemelerle çalışanlar,

— Kan testleri normal çıkanlar detoks yapabilirler.

Kaç gün sürer?

3 günden fazla uygulanacak olan detoks programları sağlık açısından zararlı olabilir. Genelde bir günlük bir detoks programı yeterlidir.

İşte metabolizmamızı hızlandıracak ve vücudumuzu toksinlerden arındıracak çok özel detoks içecekleri…

AVAKADO-ŞEFTALİ İÇECEĞİ

1 olgun dilimlenmiş avakado,

½ kap tofu krem peynir,

1 kap taze sıkılmış şeftali veya kayısı suyu,

2 tatlı kaşığı bal,

3 ½ çay kaşığı sıvı vanilya,

2 kap buz,

Hepsini blenderdan geçiriniz.

KARIŞIK LİMONATA

11/2 kap yeşil limon suyu (taze sıkınız)

11/2 kap limonata,

11/2 kap portakal suyu,

1 kap maden suyu,

Limon dilimleri

-buz.

LİMON YAPRAĞI ve PAPATYA ÇAYI

½ kap kurutulmuş papatya,

2 yemek kaşığı kurutulmuş limon yaprağı,

1/3 kap bal,

6 su bardağı suyu kaynatınız,Ateşi kapatıp malzemeleri ilave ediniz, ağzı kapalı 10 dakika dinlendiriniz. Süzünüz ve bal karıştırarak sıcak veya buzlu içebilirsiniz.

LAVANTALI LİMONATA

4 adet taze sıkılmış limon suyu,

½ kap kurutulmuş lavanta,

½ kap bal,

5 su bardağı suyu,

2 limon kabuğu rendesi ile kaynatıp süzünüz. Lavanta ilave edip10 dakika demlendiriniz, süzünüz. Bal ve limon suyu ile karıştırınız.

BÖĞÜRTLEN+YOĞURT

3 kap böğürtlen,

1 kap light yoğurt,

1 kap light süt,

3 tatlı kaşığı bal,

4–5 kakule tohumu,

Malzemeleri blenderdan geçiriniz.

MUZ+YOĞURT

1 muz,

½ kap light yoğurt,

1–2 tatlı kaşığı bal,

2 çay kaşığı keten tohumu,

Buz,

Öncelikle keten tohumunu blenderdan geçiriniz. Diğer malzemeleri de ilave ederek blenderdan geçiriniz. Buz koyabilirsiniz

HAVUÇ+MANGO

½ Kap taze sıkılmış havuç suyu,

¼ kap kuş başı doğranmış,Mango,

¼ kap buz,

1 çay kaşığı rendelenmiş,Zencefil,

1 çay kaşığı acı biber sosu

Malzemeleri blenderdan geçiriniz.

ÇARE ÇAY

2 tatlı kaşığı yaseminli yeşil çay veya kuşburnu,

ıhlamur,

ada çayı,

3–4 kakule,

2 cm kabuk tarçın,

Fındık büyüklüğünde kök,Zencefil,

3 adet karanfil.

Çay makinesine 4 su bardağı su koyarak damıtınız. Sıcak-soğuk içebilirsiniz

NAR+PORTAKAL

1 Kap taze nar suyu,

1 kap taze portakal suyu,

1 çay kaşığı toz zencefil,

Karıştırıp içiniz.

NAR+YABAN MERSİNİ

1 kap nar suyu,

½ kap yaban mersini,

1 çubuk tarçın,

Malzemeleri kaynatmadan kısık ateşte 10 dakika haşlayıp, tarçını çıkarınız. 1 kap maden suyu ve buz ilave ediniz

17 Eylül 2010 Cuma

Evlilik Kabusunuz Olmasın…


Kimilerinin rüyası kimilerinin kâbusu olan evlilik 4000 yıllık toplumsal bir kurum. Çoğu insan için gerekli olan bu kurum bazı insanlarda korkuya sebep oluyor. Birçok çift mutlu bir birlikteliği evlilik aşamasında bitiriyor ya da evliliğin aşkı öldürdüğüne inanıyor.

Dr. Mehmet Yavuz

Nöroloji Uzmanı

Yalnız yaşamak kimileri için en doğru yaşam biçimi. Neredeyse bekar yaşayanların sayısı evli insanlardan daha fazla. İlişkileri ve aşkı bitirdiğine inanılan evlilik kutsal bir bağlılıktan öteye sadece bir sorumluluk almak mı?

Evlilik Korkusu Nedir?

“Evlilik korkusu, kişinin çevresinde ve ailesinde yaşadığı olumsuz evlilik örneklerinden edindiği bilgiler doğrultusunda yaşadığı bir korkudur. Ayrıca evlilik korkusu psikolojik olarak yaşanan bir bağlanma korkusudur. Karşı tarafa bağımlı yaşamak onun fikirlerini önemsemek bazı insanları yalnız yaşamanın doğru olduğuna iter. Farklı kültürlerde ve farklı ailelerde yetişen kişiler birden kendilerini bu zorlu kurumun içine sürüklemek istemez. Bir başkasının sorumluluğunu almak herkes için kolay bir durum değildir. Çünkü evli olduğunuz zaman sadece kendiniz için yaşayamazsınız. Çoğul düşünerek bu doğrultuda kararalar almanız gerekir. Yeri geldiğinde fedakâr olmanız, maddi ve manevi imkânlarınızı buna göre ayarlamanız gerekir.

Evlilik Korkusuna Sebep olan faktörler nelerdir?

“Evlilik korkusuna sebep olan en büyük faktör çevresel ve ailesel faktörlerdir. Kişinin ailesinde anne ve babasının mutsuz ve sürekli tartışıyor olması bu korkuyu doğurabilir. Ayrıca kişinin çevresinde yaşayan evli çiftlerin kavgalarına ya da tartışmalarına şahit olması da bu korkunun artmasına sebep olabilir. Kişi çelişkiler yaşar kendisinin de mutsuz bir birlikteliğinin olacağına inanır. Evlenmekten vazgeçer ve evlilik kurumuna olan ilgisi de zamanla yok olur. Uzun zaman tek başına yaşayan insanlarda bu korku daha sık görülebilir. Uzun bir dönem yalnız yaşayan bir insan başka bir insanla birlikte yaşamayı kabul etmekte zorlanabilir ve evlilikten kaçabilir. Fakat bu durum mutlu bir ailede yaşamış çocuklarda da görülebilmektedir. Nedeni ise mutlu bir ailede büyüyen çocuk mükemmeliyetçi bir ruh halinde olur ve karşı taraftan da bunu bekler ve ilişkisinde yaşadığı en küçük tartışma bile onun anne ve babası kadar mutlu bir beraberliğinin olamayacağını düşünmeye başlar. Bir başka deyişle fazla mükemmeliyetçi olmak ta bu korkunun oluşmasına sebep olabilir.Özellikle bizim ülkemizde ailevi ve çevresel baskılar nedeniyle boşanmanın zor olması da evliliği engelleyen nedenlerden biridir. Kişiler evlenince bir daha ne olursa olsun boşanamayacağını düşünürler. Ayrıca nişan, düğün merasimlerinin geleneksel uygulamaları ve bunların meydana getirdiği stres de insanı evlilikten uzaklaştırabilir. Daha iyi eş bulma düşüncesi de, evliliği zorlaştıran nedenlerden biridir. Önüne çıkan adayları, ekonomik, kültürel ve eğitim alanında daha iyisini bulurum düşüncesi ile beğenmemek, bir süre sonra insanı kronik bekarlığa götürebilir.

Evli bir erkek, bekar ama sevgilisi olan bir erkeğe göre her zaman daha sadık olmak zorundadır. Bekar erkekler için günlük kaçamaklar bazı kadınlar için daha affedilir olabilir ama konu evlilik olunca, aynı hoşgörüden söz edilemez. Kılıbık olma korkusu, evlenince birçok ev işine ortak katkı sağlama, özellikle eşi çalışıyorsa, mutfak ve temizlik işlerine katılma ihtimali de kişileri evlilikten uzaklaştırabilir. Onlar için annelerinin evinde özgür ve rahat yaşamaları daha cazip gelebilir.Erkek erkeğe ya da kız kıza sosyal aktivitelerden ya da eğlencelerden uzak kalacak olma, örneğin halı saha maçlarından, çeşitli kağıt oyunlarından, ya da eğlence mekanlarına takılma huylarından vazgeçecek olmaları da kişileri evlilikten uzak tutabilir. Bu kişiler evlilik sürecinde, giderek hayatlarının rutine gireceğini ve monotonlaşacağını düşünürler. Bunların dışında aile sorumluluğu dediğimiz anne ve baba olmak ileride doğan çocuğa bir yaşam koşulu sunmaya çalışmakta evlenme düşüncesinde olan bir bireyi evlilikten uzaklaştırabilir.”

Evlilik Korkusu yaşayan insanlarda ne gibi psikolojik belirtiler olabilir?

“Bu korkuyu yaşayan kişiler bağlanmaktan korktukları için uzun süreli birlikteliklerden kaçarlar. Yalnız yaşamanın en doğru yaşam biçimi olduğuna inanırlar. Daha çok bekar ve yalnız yaşayan insanlarla görüşmek isterler. Fazla mükemmeliyetçi düşünürler. Bencil yaklaşımları olabilir. Evlilikle ilgili sorulara çelişki içeren cevaplar verebilirler.”

Evlenmesi riskli olan insanlar var mıdır?

Narsist kişilik bozukluğu olanlar evliliklerinde büyük sorunlar yaşayabilirler. Egoist, ileri derecede bencil, paylaşımı sevmeyen kişilerin evlilikleri her zaman risk taşır. Sosyal uyum bozukluğu ya da asosyal kişilik bozukluğu onların evlilikleri eğer eşlerden biri çok fedakâr değilse genellikle boşanma ile sonuçlanır. Aileler asosyal ya da antisosyal kişilik bozukluğu olan çocuklarını evlilikten uzak tutmaya çalışmalıdırlar. Evlenirse normale döner, huyları düzelir gibi gerekçelerle bunları evliliğe teşvik etmek, her zaman karşı tarafı mağdur eden bir durumdur.

Evlilik Korkusunu yenmek için neler yapılabilir?

“Evlilik korkusunun yenmek için kişi kendisine olan güvenini üstün tuttuğu gibi başkalarına olan güvenini de üstün tutmalıdır. Ön yargısız yaklaşım sergilemeli, fedakâr olunmalıdır. Paylaşımcılığı öğrenmeli bencillikten uzak durmalıdır. Doğru bir ilişkiden neler beklediğini tam anlamıyla düşünmelidir. Düzgün, düzenli ve disiplinli yaşamak, kişisel başarının anahtarlarından biridir. Bu ise çoğu kez evlilikle mümkün olabilir. Aile toplumun en küçük ünitesidir. Sağlıklı toplumlar, sağlıklı ailelerden oluşur. Sağlıklı evlilikler bir toplumun en sağlam dinamikleridir. Bu nedenle düzenli, başarılı bir yaşam ve sağlıklı, uzun ilişkiler yaşayabilmek için gerekirse psikolojik destek almaktan da kaçınmamalıdır.”

Meme sağlığını koruyan testler


Meme kanseri ölüme sebebiyet vermesi açısından akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer alıyor. Öyle ki her yıl 375 bin kadın meme kanseri nedeniyle yaşamını yitiriyor. Oysa düzenli yapılan tetikler sayesinde 10 yıl hastalıksız yaşama şansı % 90 gibi oldukça yüksek bir oranda seyrediyor.

Prof. Dr. Hilal Ünal

Genel Cerrahi Uzmanı


Meme kanseri dünyada kadınlar arasında en sık görülen kanser türü. Ölüme yol açması açısından ise akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer alıyor. Yaklaşık olarak dünyada her yıl 1 milyon kadında yeni meme kanseri tespit ediliyor. Her yıl 375 bin kadın da bu kanser nedeni ile hayatını kaybediyor. Türkiye’de de her 12 kadından birinin yaşamının herhangi bir döneminde meme kanseri geliştiği belirtiliyor. Tümör çapı 1 santimetreyi geçmeden ve koltuk altına yayılmadan, erken dönemde tanı konulursa meme kanserli hastalarda uzun ve konforlu bir yaşam sağlayabilinir. Üstelik erken tanı konulduğu takdirde memenin alınmasına da gerek duyulmuyor. ‘Bu nedenle her kadının hiçbir yakınması olmasa bile belirli aralıklarla meme taraması yaptırması ve kontrolden geçmesi şart”

KENDİ KENDİNİ MUAYENE20 YAŞINDAN SONRA: Meme kanserlerinin yüzde 70’ini hastalar kendi memelerini incelerken veya muayene ederken buluyor. Bu nedenle 20 yaş sonrasında; ayda bir kez, adet bittikten sonraki ilk hafta içinde, mümkünse ayna karşısında her iki meme gözden geçirilmeli. Ayrıca meme ve koltuk altları düz bir yerde yatar durumda elle muayene edilmeli. Herhangi bir değişiklik fark edilirse, zaman kaybetmeden meme hastalıkları ile ilgilenen bir genel cerraha başvurulmalı.

DOKTOR MUAYENESİ20-40 YAŞ ARASINDA: Hiçbir yakınması olmasa bile her kadın 20 – 40 yaş arasında 3 yılda bir, 40 yaşından sonra ise yılda bir kez klinik muayene için meme konusunda deneyimli bir genel cerraha başvurması öneriliyor.

ULTRASON

Ses dalgaları aracılığıyla görüntüleme sağlayan ultrasonografi mamografiye yardımcı bir teknik olarak nitelendiriliyor. Günümüzde gelişmiş ultrasonlar ele gelmeyen ya da mamografide görülemeyen 3 milimetrelik bir lezyonu bile gösterebiliyor.

20 – 30 YAŞ ARASINDA: Ultrason, 18- 30 yaş arasındaki genç kadınlarda birinci tanı yöntemi olarak kullanılıyor. Bu yöntem genç hastalarda mamografiye göre daha çok bilgi veriyor. Çünkü en deneyimli uzmanlar bile genç kadınlarda meme yapısı yoğun olduğu için 1 santimin altındaki kitleleri tespit etmekte güçlük çekiyor. Bu nedenle kitle varlığı veya ağrı şikayetiyle başvuran genç hastalarda ultrason tercih ediliyor.

MAMOGRAFİ

Mamografi meme hastalıklarının değerlendirilmesinde x ışınları kullanılarak uygulanan bir görüntüleme yöntemi. El ile yapılan muayeneyle tespit edilemeyen meme içindeki küçük kitleler, hatta kanser öncüsü hücresel değişiklikler bile mamografi ile ortaya çıkabiliyor. Yakınması olmayan kadınlarda tarama amaçlı, yakınması olanlarda da tanı amaçlı başvuruluyor. Son yıllarda kullanıma giren dijital mamografi cihazlarıyla eskilere göre çok daha kaliteli görüntülerle daha yüksek oranda tanı koyabilme imkanı oluyor. Üstelik sanılanın aksine mamografide kullanılan radyasyon dozu çok düşük olduğu gibi vücuda zarar da vermiyor. Örneğin bilgisayar başında 6 saat geçiren bir kadın ile mamografi tarama testi yaptıran kadın aynı dozda radyasyon almış oluyor.

40 YAŞINDAN SONRA: Mamografi meme kanseri tanısında ‘altın standart’ olarak kabul ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 40 yaşından itibaren her kadının yılda bir kez tarama mamografisi çektirmesinin gerekliği olduğunu belirtiyor. Eğer aileden biri, örneğin anne, anneanne, teyze , kız kardeş,hala veya babaanne meme kanserine yakalanmış ise kadın riskli grupta yer alıyor. Bu durumda mamogrbafi taramasının aile bireyinin meme kanserine yakalanma yaşından 10 yaş öncesinde yapılması gerekiyor. Mamografi 30 yaş altındaki kadınlarda önerilmiyor. Çünkü bu yaşlarda meme dokusunun yoğun olması nedeniyle mamografinin duyarlılığı azalıyor. Ayrıca meme dokusunun radyasyona duyarlılığı da bu yaş grubunda fazla oluyor.

MANYETİK REZONANS (MRI)

Yapısal ve işlevsel bulguları birleştirme özelliği nedeniyle meme kanseri için en duyarlı görüntüleme yöntemlerinden biri olarak nitelendiriliyor. Günümüzde giderek daha yaygın olarak kullanılıyor.

20’Lİ YAŞLARDA: Ultrason çok değerli bir yöntem olmasına rağmen meme kanseri tanısı için yeterli gelmiyor. Bu nedenle, birinci derece yakınlıktaki aile bireylerinden birinin erken yaşta meme kanserine yakalanmış olması veya yine aile bireylerinden birinin her iki memesinde tümör çıkmış olması gibi nedenlerden dolayı yüksek risk faktörüne sahip olan genç kadınlara da 20’li yaşlarda manyetik rezonans ile tarama yapılması gerekiyor. Manyetik rezonans bu yaş grubunda daha iyi görüntü sağladığı gibi, radyasyon dozunun düşük olması gibi büyük bir avantaj da sağlıyor.

Göz İltihabı Vakalarındaki Artışa Dikkat!


>Yaz aylarında gözde kızarıklık, yanma, sulanma, alt ve üst kirpiklerin yapışması ve kapaklarda şişme gibi şikâyetleriniz varsa dikkatli olun! Çünkü gözde iltihaplanma başlamış olabilir…

OP. DR. ŞEREF KAYABAŞ

Göz Hastalıkları Uzmanı



Yaz aylarında artış gösteren göz iltihabı salgını vakalarının bu yıl geçen yıllara oranla 2-3 kat arttığı gözlenmiştir. Göz iltihabının (Viral Konjonktivit) hızlı bir başlangıcı vardır. Sıklıkla önce bir gözde görülür, sonra diğer göze geçer. Genellikle bir hafta içerisinde tedavi ile tamamen iyileşir. Akut göz iltihabı çoğu kez yakın temas ( parmağın göz kapağı ve göze dokunması ) ile bulaşır. Daha az sıklıkla su ( havuz ) ve damlacık yolu ( öksürme ) ile bulaşma mümkündür.Bulaşmaması için dikkat edilmesi gerekenler:

- Eller çok sık sabun ve su ile yıkanmalı.

- Havlu, makyaj malzemeleri ortak kullanılmamalı.

- Parmaklarla göz ve göz kapağına dokunulmamalı ve ovuşturulmamalı.

- Hapşırma esnasında ağız- burun el veya mendil ile kapatılmalı.

- Özellikle salgın döneminde havuzlara girilmemelidir.Maalesef hastalığın oluşmasını engellemek için kullanılacak bir ilaç yoktur. Vücut direnci kuvvetli olanlar daha hafif bulgularla atlatabilir. Hastalık sonucu gözün kaybı söz konusu değildir. Çok ağır olgularda veya ilaç tedavisi uygulanmayan kişilerde gözde beyaz lekeler şeklinde iz kalabilir.

Özellikle havaların aşırı sıcak olduğu dönemlerde yüzücü gözlüğü olmadan havuz ve denize girilmemesi, ellerin göze götürülmeden önce mutlaka sabun ile iyice yıkanması ve bol sıvı, sebze ve meyve ile vücut direncinin yüksek tutulması alabileceğimiz basit ama etkili tedbirler arasındadır.

OP. DR. ŞEREF KAYABAŞ

GÖZ NURUNU KORUMA VAKFI

Taşların Şifalı Sırrı


Taşın insana nasıl etkisi olacak diyebilirsiniz. Ne yenir- ne içilir, bir taş nasıl fayda verebilir? Evrende var olan her şeyin birbiri üzerinde bir şekilde etkisi olduğu bilinmektedir. Canlı ya da cansız, her şeyin ve elbette ki taşların da bir enerji alanı vardır ve enerji alanları kesişen her şey birbirini etkiler. Bu etkiler nereden çıktı diyorsanız önce değerli taşların etkileri ile ilgili bu yazıyı okuyun.

Hazırlayan: Bilge Merve Savaşan

Akik

Cinsel gücü artırır. Gerginliği ve stresi azaltır. Taşımak sünnettir. Metabolizmanın düzgün çalışmasını sağlar. Kullanıcısının engelleri başarıyla aşmasını sağlar. Ekonomik başarı ve özellikle de manevi güç verir. Cesaret ve kendine güven getirir. En büyük özelliği güçlü bir irade vermesidir.

Ametist

Kuvars çeşidi olup yatıştırıcı ve ortamdaki, vücuttaki negatif elektrik enerjisini yok eder. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Heyzanogal Kristal yapısı tasa kazandırmış olduğu enerji sayesinde ortamdaki bütün kotu enerjiyi pozitife çevirir. Uykusuzluğa iyi gelir. Zekâ ile bağdaştırılır. Akla dinginlik ve sakinlik verir. Dengesiz duyguları ve gereksiz endişeleri uzaklaştırır. Sarhoşluğa karşı direnç sağladığı düşünülmüştür.

Kaplan Gözü

Sindirim sistemi bozuklukları, dalak ve pankreas üzerinde etkisi vardır. Astım hastalarına iyi gelen bir taştır. Güç ve cesaret taşı olarak bilindiğinden sadece avucumuz içinde tutarak endişelerimizden kurtulabiliriz. Dengeleyici özelliği vardır.Sinirsel spazmları ve baş ağrılarını hafifletir. Negatif enerjiden korur.

Mercan

Sedef olmak üzere cilt hastalıklarına iyi gelir. Kalbi ve dalağı kuvvetlendirir. Kişinin saygınlığını artırır. Kararlı ve güçlü olmayı sağlar. Nazara karşı etkilidir. Kişiyi yüreklendirir. Ruhsal anlayışı kuvvetlendirir. Kişinin kararlı olmasını sağlar.

Turkuaz

Sindirim sorunları için, tansiyonu düzenler ve kalp hastalıklarına iyi gelir. Cinsel cazibeyi ve kadınlık özelliklerini artırır. Kederli insanların kederlerini gönderen ve huzur duygusu vermede yardımcı olur. Özellikle sağlıkla ve sağaltımla bağdaştırılır. Göz tedavisinde kullanılırmış. Tüccarlara bolluk ve servet getirdiği düşünülürmüş

Oniks

Konsantrasyonu sağlar. Nazara karşı kullanılır. Kişiye enerji verir. Kadın- erkek kutuplaşmasını dengeler. Bağımlılıklardan kurtulmasına yardım eder. Kan basıncının düşürülmesinde faydalıdır. Gece görüsünü güçlendirir. İçsel sükûneti sağlar. Kişinin geçmişini ve güncel yaşantısını çözümlemesine yardım eder. Ruhsal gelişme sağlar. Öz kontrol ve dayanıklılıkla bağdaştırılır. Dürüstlüğü ve manevi gücü temsil eder. Eskilere göre, doğum sancılarını hafifletirmiş. Döl yatağı hastalıklarının tedavisinde kullanılmış. Uykusuzluğa iyi geldiği söylenir.

Kehribar

Ağrıyan yerlere koyulduğunda ağrıları hafifletir. Sol elde oynandığında bedenin elektriğini toplar. Para getiren bir tas lodging inanılır. Kasalara konur. Yaşamın güzel yanlarını fark etmemizi ve böylece içimizin neşe ile dolmasını sağlar. Kuzey altını olarak tanınır. Bademcik hastalıklarına iyi geldiği söylenir.

Ay taşı

Duru görü ve sezgi hassalarını geliştirmek için kullanılır. Selenit olarak tanınır. Aşkı ve sağlığı pekiştirir. Sakinleştirici ve koruyucu etkisi olduğu söylenmiştir.

Jasper

Sindirim sistemine iyi gelir. Endokrin sistemine denge getirir. Karaciğer ve safrakesesini güçlendirir. Sağlıklı ve güçlü olmamızı sağlar. Fiziksel direncimizi arttırır.

Yeşim (Nefrit)

Toksinlerin vücudumuzdan atılmasına yardımcı olur. Diş ağrıları için faydalıdır. Ağzımızda bir süre tuttuğumuzda ağrıyı alır. Kadınlarda doğum ve adet sancılarına iyi gelir. Duyularımızı dengeler. Aşkta cazibe getirir. Uzakdoğu’ da altınla eşdeğer olarak görülmektedir. Mükemmelliğin simgesi olarak görülür. Eskilerce böbrek hastalarına iyi geldiği söylenmiştir.

Yakut

Coşkunluk, ihtiras ve tutkunun sembolüdür. Mücadele gücü verir. Kullanıcısına dinçlik, şans ve aşk getirir. Dostça olmayan kötü enerjilere karşı koruyucu olduğu düşünülürmüş. Beyin ve zihin hastalıklarının tedavisinde, Ortaçağ’ da veba salgınından korunmak için kullanılmış.

Topaz

Kullanıcısına sakinlik ve sabır getirir. Aşk ve sadakatin sembolüdür. Görüşleri güçlendirir, çabuk ve pratik çözümler üretmede yardımcıdır. Birçok hastalığın tedavisinde kullanılmıştır. Kanlı yaraları, safrayı iyileştirdiği, kolera tedavisinde kullanıldığı söylenir. Telepati yeteneğini arttırır. Neşe ve hoşnutluğu uyaran bir taştır.

Lal

Cinsel enerjiyi arttıran bu taş bedeni temizler ve güçlendirir. Hayal gücünün genişlemesine de yardımcı olur.

İnci

Sadelik ve alçak gönüllülüğü simgeler. Böyle gözükmekle beraber, aslında çok kıymetli olmayı anlatır. Bu yüzden bilgeliğin ve âlimliğin simgesi olarak da görülmüştür. Eski zamanlarda anne sütünü arttırdığı düşünülürmüş.

Obsidyen

Özellikle çok hassas kişilere karşı koruyucu özelliği vardır. Zihinde oluşan heyecan duygularını engeller. Fiziksel zeminde espri gücünü arttırır. Negatif durumları yok edicidir. Stresi azaltır. Terapi yönü çoktur.

Zümrüt

Bereket ve neşe getirir. Serveti geleceği iyi bir şekilde yönlendirmek için kullanmayı kolaylaştırır. Samimiyet ve sadakatin sembolüdür. Geleceği okuyabilme gücü verir ve zihni keskinleştirir. Eski zamanlarda sara ve göz hastalıklarının tedavisinde kullanılmıştır.

Şunu deneyin: Ne çeşit etkileri olduğunu bilmediğiniz bir taşı bir süre kullanın. Kendinizde fiziksel ya da manevi herhangi bir değişiklik hissettiğinizde, o taşın ne çeşit etkileri olduğunu okuyun. Şaşıracaksınız.

Mayın Tarlasında mı Yaşıyoruz?


Mayın Tarlasında mı Yaşıyoruz?


Tüm evren bir titreşime sahip ve bir enerji gücü ile de birbirine bağlıdır. Atmosferimiz yaşamsal enerji hatlarıyla doludur. İşte Feng Shui (Fung Şuway),(çevreyi insana, huzur, mutluluk, refah ve sağlık getirecek şekilde düzenleme sanatı) bu yaşamsal enerjiye Chi diyor. Pozitif enerji olan Sheng Chi, (Şefkatli nefes) çok büyük şans, bolluk ve mutluluk getirir. Bulunduğunuz mekana bu enerjiyi çektiğinizde talihiniz açılır. Negatif enerji ise Sha Chi'yi (öldüren nefesi) yaratır. Eğer eşyalarınız kayboluyorsa, sık sık hastalanıyorsanız ve problemler bir türlü peşinizi bırakmıyorsa biliniz ki, Sha Chi sizi çevrelemiştir. Bu enerjilerin nasıl doğru olarak hareket ettiğini öğrenirsek, Chi'den en iyi şekilde yararlanabilir ve yaşantımızda önemli iyileşmeler sağlayabiliriz. Chi akışını düzenleyen sekiz araç şunlardır:

Hazırlayan: Bilge Merve Savaşan

* Işık: Her çeşit ışıklandırma malzemesi, aynalar.
* Ses: Çanlar, ziller, su, müzik.
* Renkler: Kuvvetli, parlak renkler.
* Yaşam: Çiçekler, bitkiler, balıklar, evcil hayvanlar.
* Hareket: Rüzgâr çanları, havada salınan hareket eden objeler.
* Durağanlık: Heykeller, kayalar, taşlar.
* Mekanik aletler: Her türlü elektronik alet.
* Düz hatlar: Bambudan yapılmış flütler, kılıçlar vs. .

Evimizde Chi akışının yavaş ve yumuşak dolaşarak hareket etmesini sağlamamız gereken iki önemli yer giriş ve hayatımızın üçte birini uyuyarak geçirdiğimizden yatak odasıdır.


Kapıdan girişte, pozitif enerji sağlamak için şu noktalara dikkat edilmelidir:

1- Giriş kapısının karşısında tuvalet olması veya iki katlı müstakil evlerde giriş kapısının üzerinde tuvalet olması, size gelen misafirler, tıpkı sifonun çekilisi gibi akıp gideceğinden uygun değildir.
2- Giriş kapısının karşısında merdiven ya da başka kapı olmamalıdır. Çünkü enerjinin akışı hızlı, dik olarak gelir ve diğer kapıdan çıkar.
3- Giriş kapısının karşısında ayna da olmamalı. İçeri giren enerji aynadan yansıyarak tekrar dışarı çıkar. Giriş kapısı ile aynı hat üzerinde üç veya daha fazla kapının olmaması gerekir. Bu koridorlar için de geçerlidir. Eğer üç tane kapı birbiri üzerine açılıyorsa o mekanda her zaman kavga, münakaşa problemi olacaktır.
4- Giriş kapısının karşısında sivri köşe ve kolon bulunmamalı ve giriş kapısı karşısında cam olmamalı. Aksi takdirde içeri giren enerjinin eve yayılma şansı olmayacak, tekrar dışarı çıkacak.


Yatak odasında pozitif enerji sağlamak için şu noktalara dikkat edilmelidir:


1- Ebeveyn yatak odasının güneybatı yönünde olması evlilik ilişkilerinde mutluluğu getirir. Yatak odasında mümkün olduğu kadar yang renkleri, (kırmızı, altın rengi) kullanmalıdır. Çünkü uyku yin (-) bir aktivitedir ve bu renkler enerjiyi canlandırır ve fazla uykuyu önler.
2- Yatak odasında kullanılan çarşaf ve örtüler düz renklerde seçilmeli, eğer desenli ise geometrik şekiller tercih edilmemelidir. Çünkü bu şekiller negatif enerji yayarlar ve dinlenmemizi engellerler.
3- Yatak başı pencereye dayalı veya pencerenin altında olmamalıdır.
4- Kiriş altında uyumak sakıncalıdır, çünkü kirişler ayrılığı sembolize eder ve bunların altında uyuyan kişilerin sağlık problemleri olur. Bu kural oturma mekanları için de geçerlidir.
5- Evli çiftlerin, tek kişilik iki ayrı yatağı yan yana koyup kullanması ayrılığı sembolize eder.
6- Ayaklar kapıya doğru uyunmamalıdır.
7- Yatak odanızda TV, müzik seti, bilgisayar gibi elektronik aletler bulundurulmamalıdır. Çünkü bu tip aletler elektromanyetik enerjiyi yansıtır ve sağlığınız için zararlıdır.
8- Canlı bitki sadece hasta olan insanların yatak odasında pozitif enerji akışı sağlamak için kullanılır. Bu yüzden odada canlı bitki olmamalıdır.
9- Odada su ile ilgili hiçbir şey bulunmamalıdır. (Örnek: Akvaryum)

Gıda güvenliği için 17 öneri


Yaz aylarında aşırı sıcaklar ve rutubet nedeniyle hızla bozulan gıdalar, zehirlenmeye varan pek çok sağlık sorununu yol açabiliyor. Bu durumun önüne geçmenin tek yolu ise gıda güvenliğine dikkat etmek. Gıdaları satın alırken, hazırlarken ve saklarken kurallara uymak gerekiyor. İşte gıdaları güvenli tüketmeniz için 17 öneri!

Işıl Selmin Ünsal

Veteriner Hekim
Aşırı sıcağın etkisiyle gıdalar, uygun koşullarda hazırlanmadıkları ve saklanmadıkları zaman, zararlı mikropların hızla çoğalmaları nedeniyle yaz aylarında çeşitli sağlık sorunlarıyla karşılaşma riski artıyor. Yaz aylarında gıda güvenliğine dikkat edilmediği takdirde en sık ‘gıda zehirlenmeleri’ olmak üzere ishal, sindirim sistemi bozuklukları ve soğuk algınlığı belirtileri gibi çeşitli sorunlarla karşılaşılıyor. Aslında basit kurallara uyarak gıda zehirlenmelerinin önüne geçmek ya da bu riskleri en aza indirmek mümkün. Elbette zehirlenmeler bir yana, satın aldığımız, hazırladığımız, tükettiğimiz veya sakladığımız gıdalarımızı sağlıklı olarak tüketmek en önemlisi., Sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için gıda güvenliğinin evlerimizde nasıl sağlanması gerektiğini bilmek gerekir.

SATIN ALIRKEN…

1 - Etiket bilgilerini kontrol edin: Gıdaları satın alırken etiket bilgilerini okuyarak ürünün içeriğini inceleyin. Satın alacağınız gıdanın sadece adına bakmak bazen yeterli olmayabiliyor, üretim izni ve ruhsatı, üretici firma bilgileri ve bir üretim adresi olması gerekiyor. Ayrıca örneğin, meyveli bir içecek aroma ve şekerden mi oluşuyor, yoksa gerçek meyve suyu mu içeriyor, bunu bilerek almalısınız.

2 -Son tüketim tarihine bakın: Her ne kadar birçok firma son tüketimi tarihi geçmiş ürünlerini reyonlardan çekse de, gözden kaçmış olabileceği için satın almak istediğiniz ürünün son tüketim tarihine bakmayı ihmal etmeyin. Eğer son tüketim tarihi geçmiş bir ürüne rastlamışsanız, bu ürünü satın almayın ve satış yerini de uyarın. Çünkü ürünün lezzeti değişip, besin değeri kaybolmuş, hatta bozulmuş da olabilir ki bu da gıda zehirlenmesi başta olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açabiliyor.

3 - Ambalajı bozulmuş ürünleri almayın: Şişmiş, sızıntı yapmış, delinmiş veya bozulmuş ambalajlı ürünlerde, gıdanın içinde mikroorganizmalar üreyip sağlığınızı tehdit edebilir. Örneğin konservenin kapağı dışarıya doğru bombe yapmışsa, bu, bakterilerin üreyip gaz yaptığını gösterebiliyor.

4 - Soğutuculardaki sıcaklığı kontrol edin: Balık, tavuk, kırmızı et, süt ve peynir gibi soğukta saklanan besin maddelerinin uygun şartlarda soğutulduğundan emin olun. Örneğin deniz ürünlerinin bulunduğu reyonlar -18 derece soğuklukta, süt ürünlerinin bulunduğu reyonlar ise +4 derece olmalı.

5 - Açıkta sunulan besinleri almayın: Sağlığınızın olumsuz etkilenmemesi için taze sebze meyveler hariç, açıkta satılan ambalajsız besinleri satın almamaya özen gösterin.

SAKLARKEN

6 - Buzdolabınızı +2- +4 dereceye ayarlayın: Besinlerin hızla bozulmamaları için buzdolabının serinliği +4 derece olmalı. Yaz mevsiminde buzdolabının kapağını daha sık açıp kapatacağınız için dereceyi düşürerek buzdolabınızın soğutma kapasitesini artırın. Buzdolabınızı fazla besinlerle doldurmamaya ve kapların arasında hava akımı olmasına da özen gösterin, aksi halde hava içeride rahatça dolaşamaz ve bunun sonucunda yeterli soğutma sağlanamaz.

7 - Kapalı kaplarda muhafaza edin: Buzdolabında meyve de dahil hiçbir besini açık olarak saklamayın. Besinleri mutlaka yıkanmış ve çok iyi süzülmüş olarak, ağzı kapatılmış bir kap içinde muhafaza edin.

8 - Pişmiş gıdaları üst, çiğ olanları ise alt raflarda tutun: Uygun koşullarda pişirilmiş ve ağzı iyi kapatılmış kaplarda saklanan gıdaların mikroorganizma bulundurma ihtimalleri çok azdır. Ancak çok iyi yıkanmış olsalar bile; çiğ olan et, kanatlı ve deniz ürünlerinde mikroorganizmalar çok hızlı gelişebilir. Bu besinlerde düşük sıcaklıklarda üreyebilen ve hastalık etkeni olan çok önemli mikroorganizmalar bulunabiliyor. Dolayısıyla çiğ tavukları açık ya da ambalajı bozulmuş bir şekilde üst raflarda saklarsanız, üzerinde çeşitli zararlı mikroorganizmalar üreyebilir, daha da kötüsü yerçekiminin etkisi nedeniyle alt rafta bulunan besinlere de bulaşabilir.

9 - Derin dondurucuda en fazla 6 ay saklayın: Sıcaklığı ne olursa olsun, gıdaların bozulmasındaki en önemli faktör zamandır. Bu nedenle -18 derece ve altında bile olsa, önerilen süre kadar saklamalısınız. Bu nedenle deniz ürünlerini en fazla 20 gün, kırmızı eti de maksimum 2 ay içinde tüketmeye özen gösterin. Gıdaları derin dondurucuda hava ile temas etmeyecek şekilde sardığınız ambalajın içinde saklamayı da ihmal etmeyin. Donmuş olsalar bile, derin dondurucuda meyve ve sebze ile eti yan yana koymayın. Kapalı ambalaj içinde olsalar bile gıdalardan biri çözülüp diğerine bulaşabiliyor ve üzerlerinde bakteri üremesine neden olabiliyor.

10 - Gıdaları çözüldükten sonra tekrar dondurmayın: Eğer artan besinleri tüketmeyecekseniz çiğ olarak değil, pişirdikten sonra tekrar dondurun. Örneğin kıyma ile köfte yaptınız, geri kalan kısmı tekrar değerlendirmek için kıymayı kavurduktan sonra derin dondurucuda saklayın.

11 - Etleri çabuk çözülmeleri için sıcak bir yere koymayın: Derin dondurucuda sakladığınız gıdaları çabuk çözülmeleri için mutfak tezgahının üzerine koymayın. Çünkü çok soğuk ortamdan aniden sıcak ortama konan gıdalar bakteri ve mikrop yuvasına dönüşebilirler. Bunun nedeni ise mikroorganizmaların her 20 dakikada bir bölünerek saatler içerisinde çok yüksek miktara ulaşmaları ve yavaş yavaş çözülürken bu sayının artacak olması. Ayrıca çözüldükten sonra birkaç saat dışarıda kalan hiçbir ürünü de tüketmeyin. Gıdaları saklamanın en sağlıklı yolu onları buzdolabının en alt rafında çözdürmektir.

12 - Ambalajların ağzını açık bırakmayın: Tahıl unları ve kahve gibi ürünleri genellikle ambalajlı halde, örneğin kutularıyla buzdolabında saklamak gibi bir alışkanlığa sahibiz. Ancak ambalajını açtığınız ürünü mutlaka kutusuyla birlikte buzdolabı poşetinin içine yerleştirin. Ya da kapalı cam kavanoza boşaltın. Ağzını sıkıca kapatıp, bağladıktan sonra buzdolabına koyun. Çünkü ürün buzdolabını her açıp kapattığınızda havayla temas eder, bunun sonucunda da bozulmaya başlar. Veya daha kötüsü üzerine istenmeyen kokular siner. Lezzet değişikliğinin de bir bozulma olduğunu unutmayın.

HAZIRLARKEN

13 - El yıkama alışkanlığı edinin: Yemek yapmaya başlamadan önce ellerinizi en az 20 saniye boyunca bol sabunla köpürterek sıcak suyla iyice yıkayın ve mümkünse kağıt havluyla kurulayın. Özellikle çiğ gıdalarla (tavuk, balık veya kırmızı et ile) temas ettikten sonra başka bir malzemeye veya gıdaya dokunacaksanız, ellerinizi yıkamayı asla ihmal etmeyin.

14 - Pişirdiğiniz gıdaları kısa sürede soğutun: Akşam geç saatlerde hazırladığınız yemeği soğuması için mutfakta bırakıp, ertesi sabah işe gitmeden önce buzdolabına koymak gibi bir hataya asla düşmeyin. Çünkü tıpkı çözülme sürecinde olduğu gibi, gıdalar yavaş yavaş soğurken içinde mikroorganizmalar üreyebiliyor ve sağlıklı olarak hazırladığımız yemek, ertesi gün bozulmuş olarak sofraya gelebiliyor. Bozuk ürünler kendilerini her zaman tadı ve görüntüsü ile ele vermeyeceği için biz de bu yemekleri yiyerek hastalanabiliyoruz. Yemekler ılık, hatta sıcak bile olsalar buzdolabında rahatlıkla soğutabilirsiniz. Bu şekilde soğuyan yemeğin tadı bozulmuyor, sadece buzdolabınızın daha fazla çalışmasına neden oluyor

15 - Yemeklerinizi soğuturken tencerenin kapağını açık bırakmayın: Pişirdiğiniz gıdaları hiçbir zaman üstü açık soğutmayın ve tencerenin kapağını yarı açık bırakmayın. Pişirdiğiniz yemeği, örneğin çorbanızı kaynadıktan sonra tencerenin kapağını açıp soğutmaya kalkarsanız, yaşadığınız ortamdaki hava içinde yer alan mikroorganizmalar doğrudan yemeğin içine düşebilir. Bu mikroorganizmalar da üremeleri için uygun besleyici ortam olan yemeğin içinde sayılarını hızla çoğaltarak hasta olmanıza yol açabilirler.

16 – Ayrı doğrama tahtalarınız olsun: Sebze, doğrama tahtanız ile kırmızı ve beyaz et doğrama tahtalarınız ayrı olmalı. Aynı şekilde ekmekleri dilimlediğiniz tahtanız da. Ne kadar temiz olduğunu düşünürseniz düşünün, hiçbir zaman sebze veya et doğradığınız tahtada ekmek dilimlemeyin. Kırmızı et doğradığınız tahtanızı da beyaz etlerde kullanmayın. Çünkü her gıda grubu farklı mikroorganizmalar taşıyor ve diğer mikroorganizmaların üzerlerinde zararlı etki gösterebiliyor. Aynı nedenle, çiğ köftelerinizin durduğu tabağa, pişmiş köftelerinizi koymamalısınız.

17 - Mutfak tezgahını sık sık temizleyin: Bakterilerin ürememeleri için kullanım sonrası tabak, bıçak, çatal ve kesme tahtası gibi araç gereçleri, mutfak tezgahını sıcak su ve sabunla iyice temizleyin. Kendi halinde kurumaya bırakın. Lavabo ve muslukları yıkamayı unutmayın.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

SAGLIK VE YASAM DERGISI

Bu Yaz Sağlık ve Yaşam Dergisi' ne 1 yıllık abone olun göz sağlığınızla ilgili her türlü operasyon, uygulama ve detaylı muayenede Göz Vakfı'ndan % 15 indirim kazanın..

29 Nisan 2010 Perşembe

Radyasyon Onkolojisi

Dr. Altay Martı
Radyasyon Onkolojisi Uzm.
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi

-Radyasyon Onkolojisi dediğiniz nedir?

Aslında onkoloji geniş bir bilim dalıdır. Bundan 15-20 yıl önce daha kısıtlı bir alandaydı. Radyoterapi ülkemizde uzun yıllardır uygulanmaktadır. Bunun üzerine kemoterapi yani medikal onkolojide etkilenerek daha geniş bir alana yayıldı. Radyoterapi, radyasyon onkolojisi tümörlerin ışın tedavisi yoluyla tedavi edilmesi anlamına gelmektedir. Medikal onkolojiden farkı; kemoterapi daha çok ilaç tedavisi ile bizim sistemik dediğimiz daha yayılmış tümörlerde ilaç ile tedavi edilmesidir. İkisi arasındaki fark budur.

-Radyoterapi ne zaman başvurulan bir tedavi yöntemidir?

Radyoterapide tümörler üzerinde iki tedavi yöntemi vardır. Birincisi palyatif adını verdiğimiz daha çok bulgulara yönelik ve rahatlatmak üzere olan tedavi şeklidir. Örneğin tümör beyine ya da kemiğe sıçramışsa hastalarda oluşabilecek olası bir felç veya şiddetli bir ağrının önüne geçmek için kısa süreli yapılan tedavilerdir. Şüphesiz, hastalarının ömürlerinin uzamasının yanısıra hayat kalitelerinin de artması bizim için önemlidir. Dolayısıyla radyoterapiyi bu alanda sıklıkla kullanıyoruz. İkinci esas kullandığımı ise bazı tümörlerde birincil tedavidir. Örneğin bazı baş, boyun ve özellikle beyin tümörlerinde cerrahiden sonraki birincil ana tedavi radyoterapidir. Kemoterapi yardımcı tedavidir. Fakat bazı tümörlerde, medikal onkologların yaptığı ana tedavi kemoterapidir, radyoterapi ise lokal olarak bölgesel olarak tümörü zaptetmeye çalışır.

-İkisi aynı anda kullanılabilir mi?

Tabii ikisi aynı anda kullanılabilir. Bazı bağırsak, akciğer tümörlerinde her iki tedavi aynı anda kullanılabilinir. Burada kemoterapinin dozu daha düşük olmakla beraber radyoterapi normal sürede ve normal dozda verilir. Amaç kemoterapinin, radyoterapinin etkinliğini arttırmaya yönelik olmasıdır. Radyoterapi, kemoterapiyle birlikte verilirse çok daha etkili olur, tümör daha hızlı küçülür ve çok daha iyi cevap elde ederiz.

Süreye değinmişken radyoterapinin süresi ile kemoterapinin süresi arasında…

Kemoterapide değişik şemalar ,değişik rejimler vardır. Bunlar üç haftada bir, ayda bir ya da üst üste üç ila beş gün uygulanabilir sonra belirli bir ara verilir. Radyoterapi öyle değildir. Radyoterapi, sürekli bir tedavidir. Bu tedavi, palyatif dediğimiz hastayı rahatlatmaya yönelik tedavilerde genellikle 1-2 hafta gibi kısa sürelerdir. Ama tedaviye yönelik radyoterapilerde 3-5-7 haftaya kadar uzayabilir. Sürekli bir tedavi olup hasta her gün tedaviye girmektedir.

- Kemoterapi, radyoterapinin yanısıra destekleyici tedavi de kullanılan özellikle de Kırmızı Reishi Mantarı ile ilgili bilgi verir misiniz?

Destek tedaviler, önceleri çok suistimal edildiği için uzun yıllar doktorlar tarafından kabul görmüyordu. Son 10-15 yıl içersinde Fitoterapi dediğimiz bu destek tedaviler hakkında yurt dışında çalışmalar yapıldı ve etkinlikleri ortaya çıktı. Bilimsel olarak da çalışmaları yapılmaya başlandı. Onkoloji hastalarında, yapılan medikal tedaviye ek ve tamamlayıcı olarak daha büyük katkı sağlanması üzerine Fitoterapi gibi destek tedavilerin yanısıra sportif faaliyetler, yoga, dini inanışlar..vs girdi. Ülkemizde de keten tohumu, zerdeçal, sarı kantoron, adaçayı, yeşilçay..vs birçok bitkilerle destek tedavi yoluna gidilmektedir. Kırmızı Reishi Mantarı hakkında okuduğum bilimsel çalışmalarda geleneksel Çin tıbbında 4 asıra yaklaşan bir zamandır kullanılan bitki olduğunun farkına vardım. Önceleri, yangı giderici olarak ve diabet, karaciğer gibi hastalıklar üzerinde yüzyıllardır süre gelen bir etkinliği varmış. Fakat en son olarak bunun, tümörü önlemede veyahut teşhisi konmuş kanserli hastalarda kemoterapinin ve radyoterapinin yan etkilerini gidermede etkinliğini gösteren çalışmalar vardır. Bunların yanı sıra asıl temel noktası ise bağışıklık sistemini arttırmasıdır. Bağışıklık sistemimizde, dışarıdan gelen mikrop diye adlandırdığımız mikroorganizmalarla karşılaştığımız zaman birtakım maddelerin salgılanması gerekiyor ki onlarla mücadele edilsin. Dışarıdan gelen yabancı ajanlara karşı ki tümörde yabancı bir ajandır bir yerde, Kırmızı Reishi Mantarının vücudumuzda bağışıklık sistemini güçlendirici birtakım maddelerin harekete geçmesini sağlayan bir etkisi vardır. Bu mantarın değişik çeşitleri var ama özellikle Kırmızı Reishi Mantarı tercih edilmiştir. Çünkü bunun içinde asıl etkiyi sağlayan örneğin polisakarite denen bir madde var. Ayrıca Kırmızı Reishi Mantarı’nı C vitamini ile birlikte kullanıldığında etkinliği artmaktadır.

27 Nisan 2010 Salı

Kırmızı Reishi Çayının Hazırlanması

1. Kuru yerde saklanmalı. Dilimlenmiş ve kurutulmuş mantarlar kuru yerde saklanmalı; kesinlikle buzdolabına konulmamalıdır.
2. Günlük kullanım dozu ve şekli:
Günlük olarak 3-12 gr kurutulmuş mantardan hazırlanan çayın tüketilmesi önerilir. Paketlerimiz 3gr olup, günlük doz olarak 1-4 paket kullanılabilir. Çayın sabah ve akşam birer bardak içilmesi önerilir; ancak günlük dozu bir defada sabah içmek de aynı etkiyi sağlar, ama çay daha yoğun olacağı için tadı daha acı olur.
3. Hazırlama Şekli:
Günlük olarak tüketilecek miktardaki kuru mantar, 4 su bardağı su içine konarak kaynamaya bırakılır ve kaynama başladıktan sonra ateş kısılarak en az 30 dakika kaynatılır; tercihan ılık olarak içilir.2-3 günlük çay bir defada hazırlanıp buzdolabında saklanabilir.
4. Metal ile temas etmemeli,
Cam kapta kaynatılmalı ve muhafaza edilmeli
Kaynatma ve içim esnasında çay kesinlikle metal ile temas etmemelidir. Cam kapta kaynatılmalı ve muhafaza edilmelidir.
5. Bal ve tabii şeker ile tatlandırın
Çayın tadı acıdır; tatlandırma ihtiyacı duyulması halinde kesinlikle rafine şeker kullanılmamalı; bal , pekmez veya tabii şeker ile tatlandırılmalıdır.
6. Aç karnına içilmesi tavsiye edilir
Aç karnına içilmesi tavsiye edilir; ancak mide problemi olanlar veya acılığı nedeni ile aç karnına içemeyenler yemekten sonra içebilir.

7. Kırmızı Reishi mantarı ile birlikte C vitamini kullanımı , Kırmızı Reishiden beklenen etkinin daha kolay elde edilebilmesine yardımcı olacağından; C Vitamini bakımından zengin sebze ve meyve sularının ( örneğin portakal suyu, havuç suyu, domates suyu) çay ile birlikte tüketilmesi önerilir.

Doğanın İnsanlığa Sunduğu Yeni Güç: Reishi (Kırmızı Mantar )

Başta immun (bağışıklık) sistemi olmak üzere sağlıklı temeli korumak kaydıyla bütün yaşamsal faaliyetleri destekleyen Ganoderma Lucidum olarak da bilinen Kırmızı Reishi Mantarı yüzyıllardan beri yaygın olarak kullanılan bir mantardır.

Dr.Soner Dileklen İç Hastalıkları Uzmanı-Endokronolog

Bitkisel tedaviler son yıllarda dünyada ve ülkemizde her alanda kullanılmaya başlanmıştır. Almanya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde bitkisel tedavi klinikleri açılmış ve kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisi alanında hizmet vermeyi sürdürmektedir. ABD ve Avrupa’nın birçok ülkesinde üniversitelerde açılan bitkisel tedavi bölümleri birçok araştırmaya öncülük etmektedir.

İnsanın aklına ‘bu kadar insan, araştırmalarında boşa mı kürek çekiyor?’sorusu gelmektedir. Düşündüğümüzde tabii ki bu denli ciddi araştırmalar altında bilimsel veriler olmadan yapılamaz.Son yıllarda özellikle Kırmızı Reishi Mantarı bitkisel tedavilerde ön plana çıkmaya başladı. Gerek mantarın hikayesi, gerekse etkinliği Kırmızı Reishi Mantarı’na olan ilgi ve alakayı daha da arttıracağa benziyor.Kırmızı Reshi Mantarı bitkisel bir destek ürünü olarak değerlendirilmemelidir. Özellikle etki mekanizmalarıyla bağışıklık sistemi ve metabolik sistemlerde önemli yollara etki edebilmektedir.Bu özellikleri bu mantarı Japonya ve Çin 'in en önemli bitkisel ürünü haline getirmiştir. Hatta Japonya Sağlık Bakanlığı Kırmızı Reishi Mantarı’nı kanser tedavilerinde kullanılabilecek tek bitkisel ürün olarak onaylamıştır. Bitkisel tedavilerin en aktif ve ciddi yapıldığı Japonya 'da böyle önemli bir kurum tarafından onaylanmak bu ürünün ne denli özellikli olduğunu bize göstermeye yetmektedir.

Kırmızı Reishi Mantarı nerelerde etkilidir :

1-Anti kanserojen etkisi :Kanserli hücreler, anormal büyüme hızlarıyla dikkat çeker. Normal hücrelerin nasıl kanserli hücrelere dönüştüğü tam kesin olarak belirlenmemesine rağmen, bunun bir viral orijine bağlı olduğu veya muhtemelen vücudun doğal korunma sisteminde (bağışıklık sisteminde) bir değişiklik sonucunda olduğu yönünde teoriler vardır. Son yıllarda bazı insanların genetik olarak kanser risk grubunda olduğu düşünülmektedir. Bu kişiler yaşlandıkça ve bağışıklık sistemi zayıfladıkça, belli tip kanserlere yakalanma riskleri artmaktadır.Kırmızı Reishi

Mantarı hangi yolla kanseri önler? :

●Kırmızı Reishi Mantarı’nın bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi, kanseri önlemede ve kanserle savaşta da görülmektedir. Makrofaj T-hücrelerinin, kanser hücreleriyle daha etkin olarak savaşmasında etkili olmaktadır.

●Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan Beta-1, 3-D-glucan ve Beta-1,6- D-glucan isimli polisakkaritlerin, güçlü anti-tümör etkileri gösterdiği araştırmalarla belirlenmiştir. Sonuçlar kanserin tipine ve şiddetine göre değişiklik göstermektedir. Glucan maddesi, bağışıklık hücrelerinin tümör hücrelerini sarmasına yardımcı olur; bazı bilim adamları aynı zamanda kanserli hücrelerin sayısını azalttığını da savunmaktadır, böylece de bağışıklık hücreleri bunlarla daha kolay mücadele etmektedir. Bazı çalışmalarda, tümörlerde % 50 oranında gerileme kaydedilmiştir.

●Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan Canthaxanthin isimli diğer bir maddenin de tümörlerin büyümesini yavaşlattığı ifade edilmektedir.

●Vücudumuz doğal olarak anti-kanser maddeler -interferon ve interleukin 1 ve 2- üretmektedir; Kırmızı Reishi Mantarı’nın düzenli tüketiminin, bu anti-kanser maddelerin üretimini teşvik ettiği ve tümör büyümesini önlediği kanıtlanmıştır.
Kırmızı Reishi Mantarı tüketimi, kanser tedavisinde Radyoterapi ve Kemoterapi esnasında görülen ve hoş olmayan (saç dökülmesi, bulantı, kusma, ağız iltihabı, boğaz ağrısı, iştah kaybı gibi) yan etkileri azaltır veya ortadan kaldırır, bu nedenle kemoterapi öncesinde, sırasında veya sonrasında kullanılabilir. Yapılan bazı çalışmalarda bu etkilerin % 90-95 oranında azaldığı belirlenmiştir. Sadece bu etkisi bile hastanın moral seviyesinde ve yaşam kalitesinde sağladığı yükselme ile hastalıkla mücadelede etkin olmaktadır. Ganoderma Lucidum insan vücudu üzerine olumsuz ve toksik etki yapan her şeyi yok eder. Bağışıklığı hiçbir toksik etki yapmaksızın güçlendirme özelliği Ganoderma Lucidumun diğer bütün ilaçlara karşı asla erişilemez üstünlüğüdür.2- Bağışıklık sistemi üzerine etkileri:Bağışıklık sisteminin ana işlevi vücuda giren virus, bakteri ve diğer mikroplar gibi patojenleri belirlemek ve bunlar vücuda herhangi bir zarar vermeden ortadan kaldırmaktır. Lökositler hastalıklara karşı vücudun birincil defans mekanizmasını oluşturur, fakat kronik ve kötü huylu hastalıklara karşı etkisizdir. Bu gibi zamanlarda lenfositler ikincil defans mekanizmasını oluşturur. Ancak lenfositler de etkisiz kalırsa, son kale olarak makrofaj T-hücreleri ortaya çıkar ve bu hücreler aktif hale geldiklerinde kanser hücreleri dahil olmak üzere tüm yabancı organizmaları yok ederler. Ancak bu hücrelerin aktive edilmesi oldukça zordur.Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan polisakkaritlerden, beta-1,3-D-glucan ve beta-1,6-glukan, akyuvar ve lenfositlerin sayısının artmasına etki ettiği gibi bağışıklık sisteminin en önemli hücreleri olan makrofaj T-hücrelerinin miktarının artmasına ve aktif hale gelmesine etki ettiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Kırmızı Reishi Mantarı’nın düzenli tüketimi bağışıklık sistemini güçlendirir.Eğer bağışıklık sistemde bir aksama varsa, vücuda giren tüm bu patojenler hastalıklara neden olur. Sürekli hastalık geçiren kişilerde bu mekanizmalar bozulur sonunda kişi en ufak hastalıklara karşı dirençsiz hale geçebilir. Kırmızı Reshi Mantarı bağışıklık sistemini t lenfosit aktivasyonu ile sürekli alarmda tutarak kişiyi her türlü mikrop ve tümör hücresine karşı korur.3-Kalp ve Damar üzerine etkileri :Hayvanlarda yapılan deney ve klinik çalışmalar G. Lucidumun koroner arteri genişlettiğini damarlardaki kan akışını arttırdığını ve kardiyak kapiller dolaşımını geliştirdiğini desteklemektedir. Böylece oksijen kaynağı ve kardiyak kaslardaki enerji artmaktadır.Kan akımının yavaşlaması kaynaklı kalp rahatsızlıklarında kalbin korunmasına yardım eder. Ve kalp hastalıklarınınn tedavisinde ve önlenmesinde idealdir. Ganoderma Lucidumun hipertansif hastalardaki trigliserit, lipoprotein ve kandaki kolesterol seviyesini azalttığı apaçık bellidir.Kan pıhtılaşma mekanizmalarında yaptığı olumlu etkilerin kalp krizini ve beyin felcini önlemede önemli yararları vardır.Ayrıca Kırmızı Reishi Mantarı sempatik sinir sistemi aktivasyonunu azaltarak tansiyon üzerinde de % 80’e varan düşmeler sağlamaktadır.4-Şeker hastalığı üzerine etkileri :Ganodermanın içerdiği bileşiklerden Ganoderma B ve C olarak adlandırılanların kan şekerini düşürdüğü bulunmuştur. Bu etkinliğin Ganodermann vücudun kendi dokuları tarafından kan şekerini daha iyi kullanılır hale getirmesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. G. Lucidum bileşenleri bu olayda yağ asitlerinin serbest kalmasını engelleme yönünde insüline destek olduğu bulunmuştur. Diyabet hastalarında şeker kontrolünün sağlanması etkinliğini bilimsel olarak ta göstermektedir. 5- Diğer sistemler üzerine etkileri :-Sempatik sinir sistemini düzenleyerek uyku düzeninin sağlanmasına, hafıza kuvvetlendirmesine, stres ve depresyona karşı koruma sağlar-Vücudun alerji yapısını düzenler, astım ve alerji ataklarının sayısının azalmasına yardım eder.-Bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri nedeni ile hücre yenilenmesini arttırarak yaşlanmayı geciktirir.

Bebeklerinizi sıcaktan koruyun...

Uzmanlar ebeveynleri aşırı sıcak havalar için uyarıyor...Bebeğiniz sıvı almayı reddediyorsa, her zaman olduğundan daha az bez ıslatıyorsa veya kusuyorsa vakit geçirmeden doktora başvurmanız gerekiyor...
Kavurucu sıcaklar geldi çattı... Bu havalarda özellikle bebekler, ısıdan kolayca etkilendikleri için sıcak çarpması, vücutta sıvı yetersizliği gibi önemli risklere maruz kalabilir, terleme nedeniyle de cildin nemli kalan bölgelerinde isilik görülebilir. Bebekleri sıcaktan nasıl koruyabilirsiniz?
-Anne sütü alan bebeklerin sıcak günlerde fazladan emzirilmesi gerekebilir, fazladan su içmeleri gerekmez. Mama ile beslenen bebeklerin fazladan mama alması, susamış gibi gözükmeleri durumunda az miktarda kaynayıp soğutulmuş su içmeleri gerekebilir.
-Bebeği evinizdeki en serin bölgede tutun. Vantilatör çalıştırabilirsiniz, ancak vantilatörün direkt olarak bebeğe yönelik olmaması ve ev içindeki havayı dolaştırmak amacıyla kullanılması gereklidir.
-Çok sıcaksa vantilatörün önüne ıslak bir havlu koyarak havanın serinlemesini sağlayabilirsiniz. Bebeğin üşümemesine özen gösterin.
-Bebeğinizi, siz kendinizi hangi giysilerle rahat hissediyorsanız, o şekilde giydirin. Çok sıcak havalarda sadece bir atlet ve bez ile tutabilir, uyurken de ince bir çarşaf örtebilirsiniz.
-Klimanız varsa odanın çok soğuk olmamasına dikkat edin. Oda ısısının 24-26 derece olması yeterlidir.
-Dışarı çıkarken bebeği ince giydirin ancak kollarını ve bacaklarını kapatın.
-Sıcak havalarda seyahat etmekten kaçının. Gerekmesi durumunda sabah erken saatlerde seyahat edin. Bebekler araba içerisinde kolaylıkla aşırı sıcaklaşabilir. Bebeği asla arabada yalnız bırakmayın. Seyahat ederken, camdan geçen güneş ışığı bebeğin cildinde yanık oluşmasına neden olabileceğinden, bebeğin gölgede olmasına dikkat edin.
-Ilık bir banyo bebeğin serinlemesine yardımcı olabilir.
İsilik
İsilik küçük, toplu iğne başı gibi, içi su dolu, kırmızı kabarcıklardır. Sıcak havalarda cildin bez bölgesi ya da çene altı gibi nemli kalan bölgelerinde sık görülür. Cildi korumak için pişik kremleri kullanılabilir. Bebeğin bez içinde kalan bölgesi için kullandığınız pişik kremini çene altında ve isiliğe duyarlı diğer bölgelerde de da kullanabilirsiniz. Bebeğin giysilerinin sık sık değiştirilmesi, pamuklu giysilerin tercih edilmesi ve sık sık ılık banyo yaptırılması da yararlı olabilir.
Açık havada nelere dikkat etmelisiniz?
Bebeğin cildi incedir ve henüz güneşe karşı yeterli doğal korunmayı geliştirmemiştir, dolayısıyla çok daha hızlı yanar ve zarar görür. Bebeğinizi mümkün olduğunca gölgede tutun, ancak mutlaka dışarı çıkması gerekiyorsa şunlara dikkat edin:
Bebeğinize gölge oluşturun. Pusetin üzerine gereceğiniz bir çarşaf bu işi görebilir. Pusetin güneşliği varsa, onu açın.
Bebeğinizin gövdesi, kolları ve bacaklarını kapatan giysiler giydirin ve başına geniş kenarlı bir şapka takın.
Bebeğinizin elleri ya da yüzü gibi bölgeleri gölge yaparak ya da giysiler ile güneşten korumanız mümkün değilse, bebekler için özel güneş koruma kremlerini kullanın. 3*+ koruma faktörlü geniş spektrumlu bir kremi tercih edin.
Dehidrasyon (sıvı kaybı)
Bebekler yeterince sıvı almazlarsa veya ishal, kusma ya da terleme nedeniyle sıvı kaybederlerse dehidrasyon, yani vücut hücreleri ve kandan çok fazla sıvı kaybetmesi gelişebilir.
Bebeklerde dehidrasyon, bebeğin iyi gözükmemesi, her zamankinden daha gevşek veya huysuz olması, kilo kaybetmesi, cildinin kuru olması, bıngıldağın çökmesi ve her zamankinden daha az bez ıslatmasından anlaşılır.
Dehidrasyon gelişen bebekler bol sıvı almalıdır. Aksi halde hastane tedavisi gerekli olabilir. Bebeğinizde dehidrasyon olduğunu düşünüyorsanız, doktora başvurmalısınız.
Sıcak çarpması
Vücuttan çok fazla su kaybedildiğinde ve bebeğin ya da çocuğun vücut ısısı yükselmeye başladığında sıcak çarpması meydana gelir. Şiddetli olması durumunda organlara zarar verebilir ve ölümcül olabilir.
Bebek, çocuk ve yetişkinlerde sıcak çarpmasının belirtileri
Vücut ısısının yükselmesi
Normalden az idrar çıkarılması ve idrarın koyu renk olması
Susamanın artması (ancak daha sonra bebek zayıf düştükçe daha az su içebilir)
Ağız ve göz kuruluğu
Baş ağrısı, kas krampları
Uykulu hal ya da vücudun “gevşek” olması
Zihin bulanıklığı, nefes darlığı ve kusma
Koma (dokunulduğunda veya seslenildiğinde uyanmama)
Sıcak çarpması durumunda ne yapılmalı?
Bebeğiniz ya da daha büyük çocuğunuzda bu belirtilerden herhangi biri varsa acil tedavi edilmesi gereklidir. Hafif düzeyde dehidrasyon gelişen bebekler fazladan sıvı alarak düzelebilseler de, sıcak çarpması belirtilerinin ortaya çıkması durumunda çocuğun hastane veya başka bir sağlık merkezinde tedavi edilmesini gerekir.
Bebeğiniz için yardım sağlayana dek siz neler yapmalısınız?
Derhal bir ambulans çağırın veya bebeğinizi en yakın sağlık kuruluşuna götürün.Bebeği ıslak bezlerle sarın.
Bebek bilincini yitirmiş veya güvenli bir şekilde yutkunamıyor olmadığı sürece, sıvı vermeye çalışmaya devam edin.
Sıcak çarpmasını önlemek için
Bebekler serin, gölge ortamlarda tutulmalıdır. Dışarı çıkmak gerektiğinde bebeğin pusetine gölgelik yapılmalıdır.
Bebekler ve küçük çocuklar kesinlikle arabada yalnız bırakılmamalıdır.
Bebekler susadıklarını ifade edemezler, bu nedenle sıcak günlerde fazladan sıvı vermeyi siz düşünmelisiniz.
Bebeğinizin vücudu gevşek bir hal alması ya da huysuzlaşması sıcak sıkıntısının işareti olabilir ve bebeğe daha fazla sıvı vermeniz ve doktorunuza kontrol ettirmeniz gerekebilir.