Sağlık ve Yaşam oluşumu, adından da anlaşılacağı üzere, hem sağlık hem de yaşam üzerine merak ettiğiniz, öğrenmek istediğiniz ve bizlerin bilmenizde fayda olduğuna inandığımız hemen her şeyi bünyesinde barındıran bir platformdur. Bu platform çatısı altında yürütülen çalışmalar değerli takipçilerimize dergimiz, websitemiz ve prodüksiyon çalışmalarımız ile sunulmaktadır.
Bu Blogda Ara
kanser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kanser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14 Mayıs 2013 Salı
17 Eylül 2010 Cuma
Meme sağlığını koruyan testler

Meme kanseri ölüme sebebiyet vermesi açısından akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer alıyor. Öyle ki her yıl 375 bin kadın meme kanseri nedeniyle yaşamını yitiriyor. Oysa düzenli yapılan tetikler sayesinde 10 yıl hastalıksız yaşama şansı % 90 gibi oldukça yüksek bir oranda seyrediyor.
Prof. Dr. Hilal Ünal
Genel Cerrahi Uzmanı
Meme kanseri dünyada kadınlar arasında en sık görülen kanser türü. Ölüme yol açması açısından ise akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer alıyor. Yaklaşık olarak dünyada her yıl 1 milyon kadında yeni meme kanseri tespit ediliyor. Her yıl 375 bin kadın da bu kanser nedeni ile hayatını kaybediyor. Türkiye’de de her 12 kadından birinin yaşamının herhangi bir döneminde meme kanseri geliştiği belirtiliyor. Tümör çapı 1 santimetreyi geçmeden ve koltuk altına yayılmadan, erken dönemde tanı konulursa meme kanserli hastalarda uzun ve konforlu bir yaşam sağlayabilinir. Üstelik erken tanı konulduğu takdirde memenin alınmasına da gerek duyulmuyor. ‘Bu nedenle her kadının hiçbir yakınması olmasa bile belirli aralıklarla meme taraması yaptırması ve kontrolden geçmesi şart”
KENDİ KENDİNİ MUAYENE20 YAŞINDAN SONRA: Meme kanserlerinin yüzde 70’ini hastalar kendi memelerini incelerken veya muayene ederken buluyor. Bu nedenle 20 yaş sonrasında; ayda bir kez, adet bittikten sonraki ilk hafta içinde, mümkünse ayna karşısında her iki meme gözden geçirilmeli. Ayrıca meme ve koltuk altları düz bir yerde yatar durumda elle muayene edilmeli. Herhangi bir değişiklik fark edilirse, zaman kaybetmeden meme hastalıkları ile ilgilenen bir genel cerraha başvurulmalı.
DOKTOR MUAYENESİ20-40 YAŞ ARASINDA: Hiçbir yakınması olmasa bile her kadın 20 – 40 yaş arasında 3 yılda bir, 40 yaşından sonra ise yılda bir kez klinik muayene için meme konusunda deneyimli bir genel cerraha başvurması öneriliyor.
ULTRASON
Ses dalgaları aracılığıyla görüntüleme sağlayan ultrasonografi mamografiye yardımcı bir teknik olarak nitelendiriliyor. Günümüzde gelişmiş ultrasonlar ele gelmeyen ya da mamografide görülemeyen 3 milimetrelik bir lezyonu bile gösterebiliyor.
20 – 30 YAŞ ARASINDA: Ultrason, 18- 30 yaş arasındaki genç kadınlarda birinci tanı yöntemi olarak kullanılıyor. Bu yöntem genç hastalarda mamografiye göre daha çok bilgi veriyor. Çünkü en deneyimli uzmanlar bile genç kadınlarda meme yapısı yoğun olduğu için 1 santimin altındaki kitleleri tespit etmekte güçlük çekiyor. Bu nedenle kitle varlığı veya ağrı şikayetiyle başvuran genç hastalarda ultrason tercih ediliyor.
MAMOGRAFİ
Mamografi meme hastalıklarının değerlendirilmesinde x ışınları kullanılarak uygulanan bir görüntüleme yöntemi. El ile yapılan muayeneyle tespit edilemeyen meme içindeki küçük kitleler, hatta kanser öncüsü hücresel değişiklikler bile mamografi ile ortaya çıkabiliyor. Yakınması olmayan kadınlarda tarama amaçlı, yakınması olanlarda da tanı amaçlı başvuruluyor. Son yıllarda kullanıma giren dijital mamografi cihazlarıyla eskilere göre çok daha kaliteli görüntülerle daha yüksek oranda tanı koyabilme imkanı oluyor. Üstelik sanılanın aksine mamografide kullanılan radyasyon dozu çok düşük olduğu gibi vücuda zarar da vermiyor. Örneğin bilgisayar başında 6 saat geçiren bir kadın ile mamografi tarama testi yaptıran kadın aynı dozda radyasyon almış oluyor.
40 YAŞINDAN SONRA: Mamografi meme kanseri tanısında ‘altın standart’ olarak kabul ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 40 yaşından itibaren her kadının yılda bir kez tarama mamografisi çektirmesinin gerekliği olduğunu belirtiyor. Eğer aileden biri, örneğin anne, anneanne, teyze , kız kardeş,hala veya babaanne meme kanserine yakalanmış ise kadın riskli grupta yer alıyor. Bu durumda mamogrbafi taramasının aile bireyinin meme kanserine yakalanma yaşından 10 yaş öncesinde yapılması gerekiyor. Mamografi 30 yaş altındaki kadınlarda önerilmiyor. Çünkü bu yaşlarda meme dokusunun yoğun olması nedeniyle mamografinin duyarlılığı azalıyor. Ayrıca meme dokusunun radyasyona duyarlılığı da bu yaş grubunda fazla oluyor.
MANYETİK REZONANS (MRI)
Yapısal ve işlevsel bulguları birleştirme özelliği nedeniyle meme kanseri için en duyarlı görüntüleme yöntemlerinden biri olarak nitelendiriliyor. Günümüzde giderek daha yaygın olarak kullanılıyor.
20’Lİ YAŞLARDA: Ultrason çok değerli bir yöntem olmasına rağmen meme kanseri tanısı için yeterli gelmiyor. Bu nedenle, birinci derece yakınlıktaki aile bireylerinden birinin erken yaşta meme kanserine yakalanmış olması veya yine aile bireylerinden birinin her iki memesinde tümör çıkmış olması gibi nedenlerden dolayı yüksek risk faktörüne sahip olan genç kadınlara da 20’li yaşlarda manyetik rezonans ile tarama yapılması gerekiyor. Manyetik rezonans bu yaş grubunda daha iyi görüntü sağladığı gibi, radyasyon dozunun düşük olması gibi büyük bir avantaj da sağlıyor.
Etiketler:
dr. halil ünal,
genel cerrahi,
göğüs sağlığı,
kanser,
manyetik rezonans,
meme kanseri,
meme sağlığı,
meme sağlığını koruyan testler,
mri,
testler,
ultrason
27 Nisan 2010 Salı
Doğanın İnsanlığa Sunduğu Yeni Güç: Reishi (Kırmızı Mantar )
Başta immun (bağışıklık) sistemi olmak üzere sağlıklı temeli korumak kaydıyla bütün yaşamsal faaliyetleri destekleyen Ganoderma Lucidum olarak da bilinen Kırmızı Reishi Mantarı yüzyıllardan beri yaygın olarak kullanılan bir mantardır.
Dr.Soner Dileklen İç Hastalıkları Uzmanı-Endokronolog
Bitkisel tedaviler son yıllarda dünyada ve ülkemizde her alanda kullanılmaya başlanmıştır. Almanya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde bitkisel tedavi klinikleri açılmış ve kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisi alanında hizmet vermeyi sürdürmektedir. ABD ve Avrupa’nın birçok ülkesinde üniversitelerde açılan bitkisel tedavi bölümleri birçok araştırmaya öncülük etmektedir.
İnsanın aklına ‘bu kadar insan, araştırmalarında boşa mı kürek çekiyor?’sorusu gelmektedir. Düşündüğümüzde tabii ki bu denli ciddi araştırmalar altında bilimsel veriler olmadan yapılamaz.Son yıllarda özellikle Kırmızı Reishi Mantarı bitkisel tedavilerde ön plana çıkmaya başladı. Gerek mantarın hikayesi, gerekse etkinliği Kırmızı Reishi Mantarı’na olan ilgi ve alakayı daha da arttıracağa benziyor.Kırmızı Reshi Mantarı bitkisel bir destek ürünü olarak değerlendirilmemelidir. Özellikle etki mekanizmalarıyla bağışıklık sistemi ve metabolik sistemlerde önemli yollara etki edebilmektedir.Bu özellikleri bu mantarı Japonya ve Çin 'in en önemli bitkisel ürünü haline getirmiştir. Hatta Japonya Sağlık Bakanlığı Kırmızı Reishi Mantarı’nı kanser tedavilerinde kullanılabilecek tek bitkisel ürün olarak onaylamıştır. Bitkisel tedavilerin en aktif ve ciddi yapıldığı Japonya 'da böyle önemli bir kurum tarafından onaylanmak bu ürünün ne denli özellikli olduğunu bize göstermeye yetmektedir.
Kırmızı Reishi Mantarı nerelerde etkilidir :
1-Anti kanserojen etkisi :Kanserli hücreler, anormal büyüme hızlarıyla dikkat çeker. Normal hücrelerin nasıl kanserli hücrelere dönüştüğü tam kesin olarak belirlenmemesine rağmen, bunun bir viral orijine bağlı olduğu veya muhtemelen vücudun doğal korunma sisteminde (bağışıklık sisteminde) bir değişiklik sonucunda olduğu yönünde teoriler vardır. Son yıllarda bazı insanların genetik olarak kanser risk grubunda olduğu düşünülmektedir. Bu kişiler yaşlandıkça ve bağışıklık sistemi zayıfladıkça, belli tip kanserlere yakalanma riskleri artmaktadır.Kırmızı Reishi
Mantarı hangi yolla kanseri önler? :
●Kırmızı Reishi Mantarı’nın bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi, kanseri önlemede ve kanserle savaşta da görülmektedir. Makrofaj T-hücrelerinin, kanser hücreleriyle daha etkin olarak savaşmasında etkili olmaktadır.
●Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan Beta-1, 3-D-glucan ve Beta-1,6- D-glucan isimli polisakkaritlerin, güçlü anti-tümör etkileri gösterdiği araştırmalarla belirlenmiştir. Sonuçlar kanserin tipine ve şiddetine göre değişiklik göstermektedir. Glucan maddesi, bağışıklık hücrelerinin tümör hücrelerini sarmasına yardımcı olur; bazı bilim adamları aynı zamanda kanserli hücrelerin sayısını azalttığını da savunmaktadır, böylece de bağışıklık hücreleri bunlarla daha kolay mücadele etmektedir. Bazı çalışmalarda, tümörlerde % 50 oranında gerileme kaydedilmiştir.
●Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan Canthaxanthin isimli diğer bir maddenin de tümörlerin büyümesini yavaşlattığı ifade edilmektedir.
●Vücudumuz doğal olarak anti-kanser maddeler -interferon ve interleukin 1 ve 2- üretmektedir; Kırmızı Reishi Mantarı’nın düzenli tüketiminin, bu anti-kanser maddelerin üretimini teşvik ettiği ve tümör büyümesini önlediği kanıtlanmıştır.
Kırmızı Reishi Mantarı tüketimi, kanser tedavisinde Radyoterapi ve Kemoterapi esnasında görülen ve hoş olmayan (saç dökülmesi, bulantı, kusma, ağız iltihabı, boğaz ağrısı, iştah kaybı gibi) yan etkileri azaltır veya ortadan kaldırır, bu nedenle kemoterapi öncesinde, sırasında veya sonrasında kullanılabilir. Yapılan bazı çalışmalarda bu etkilerin % 90-95 oranında azaldığı belirlenmiştir. Sadece bu etkisi bile hastanın moral seviyesinde ve yaşam kalitesinde sağladığı yükselme ile hastalıkla mücadelede etkin olmaktadır. Ganoderma Lucidum insan vücudu üzerine olumsuz ve toksik etki yapan her şeyi yok eder. Bağışıklığı hiçbir toksik etki yapmaksızın güçlendirme özelliği Ganoderma Lucidumun diğer bütün ilaçlara karşı asla erişilemez üstünlüğüdür.2- Bağışıklık sistemi üzerine etkileri:Bağışıklık sisteminin ana işlevi vücuda giren virus, bakteri ve diğer mikroplar gibi patojenleri belirlemek ve bunlar vücuda herhangi bir zarar vermeden ortadan kaldırmaktır. Lökositler hastalıklara karşı vücudun birincil defans mekanizmasını oluşturur, fakat kronik ve kötü huylu hastalıklara karşı etkisizdir. Bu gibi zamanlarda lenfositler ikincil defans mekanizmasını oluşturur. Ancak lenfositler de etkisiz kalırsa, son kale olarak makrofaj T-hücreleri ortaya çıkar ve bu hücreler aktif hale geldiklerinde kanser hücreleri dahil olmak üzere tüm yabancı organizmaları yok ederler. Ancak bu hücrelerin aktive edilmesi oldukça zordur.Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan polisakkaritlerden, beta-1,3-D-glucan ve beta-1,6-glukan, akyuvar ve lenfositlerin sayısının artmasına etki ettiği gibi bağışıklık sisteminin en önemli hücreleri olan makrofaj T-hücrelerinin miktarının artmasına ve aktif hale gelmesine etki ettiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Kırmızı Reishi Mantarı’nın düzenli tüketimi bağışıklık sistemini güçlendirir.Eğer bağışıklık sistemde bir aksama varsa, vücuda giren tüm bu patojenler hastalıklara neden olur. Sürekli hastalık geçiren kişilerde bu mekanizmalar bozulur sonunda kişi en ufak hastalıklara karşı dirençsiz hale geçebilir. Kırmızı Reshi Mantarı bağışıklık sistemini t lenfosit aktivasyonu ile sürekli alarmda tutarak kişiyi her türlü mikrop ve tümör hücresine karşı korur.3-Kalp ve Damar üzerine etkileri :Hayvanlarda yapılan deney ve klinik çalışmalar G. Lucidumun koroner arteri genişlettiğini damarlardaki kan akışını arttırdığını ve kardiyak kapiller dolaşımını geliştirdiğini desteklemektedir. Böylece oksijen kaynağı ve kardiyak kaslardaki enerji artmaktadır.Kan akımının yavaşlaması kaynaklı kalp rahatsızlıklarında kalbin korunmasına yardım eder. Ve kalp hastalıklarınınn tedavisinde ve önlenmesinde idealdir. Ganoderma Lucidumun hipertansif hastalardaki trigliserit, lipoprotein ve kandaki kolesterol seviyesini azalttığı apaçık bellidir.Kan pıhtılaşma mekanizmalarında yaptığı olumlu etkilerin kalp krizini ve beyin felcini önlemede önemli yararları vardır.Ayrıca Kırmızı Reishi Mantarı sempatik sinir sistemi aktivasyonunu azaltarak tansiyon üzerinde de % 80’e varan düşmeler sağlamaktadır.4-Şeker hastalığı üzerine etkileri :Ganodermanın içerdiği bileşiklerden Ganoderma B ve C olarak adlandırılanların kan şekerini düşürdüğü bulunmuştur. Bu etkinliğin Ganodermann vücudun kendi dokuları tarafından kan şekerini daha iyi kullanılır hale getirmesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. G. Lucidum bileşenleri bu olayda yağ asitlerinin serbest kalmasını engelleme yönünde insüline destek olduğu bulunmuştur. Diyabet hastalarında şeker kontrolünün sağlanması etkinliğini bilimsel olarak ta göstermektedir. 5- Diğer sistemler üzerine etkileri :-Sempatik sinir sistemini düzenleyerek uyku düzeninin sağlanmasına, hafıza kuvvetlendirmesine, stres ve depresyona karşı koruma sağlar-Vücudun alerji yapısını düzenler, astım ve alerji ataklarının sayısının azalmasına yardım eder.-Bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri nedeni ile hücre yenilenmesini arttırarak yaşlanmayı geciktirir.
Dr.Soner Dileklen İç Hastalıkları Uzmanı-Endokronolog
Bitkisel tedaviler son yıllarda dünyada ve ülkemizde her alanda kullanılmaya başlanmıştır. Almanya başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde bitkisel tedavi klinikleri açılmış ve kanser de dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisi alanında hizmet vermeyi sürdürmektedir. ABD ve Avrupa’nın birçok ülkesinde üniversitelerde açılan bitkisel tedavi bölümleri birçok araştırmaya öncülük etmektedir.
İnsanın aklına ‘bu kadar insan, araştırmalarında boşa mı kürek çekiyor?’sorusu gelmektedir. Düşündüğümüzde tabii ki bu denli ciddi araştırmalar altında bilimsel veriler olmadan yapılamaz.Son yıllarda özellikle Kırmızı Reishi Mantarı bitkisel tedavilerde ön plana çıkmaya başladı. Gerek mantarın hikayesi, gerekse etkinliği Kırmızı Reishi Mantarı’na olan ilgi ve alakayı daha da arttıracağa benziyor.Kırmızı Reshi Mantarı bitkisel bir destek ürünü olarak değerlendirilmemelidir. Özellikle etki mekanizmalarıyla bağışıklık sistemi ve metabolik sistemlerde önemli yollara etki edebilmektedir.Bu özellikleri bu mantarı Japonya ve Çin 'in en önemli bitkisel ürünü haline getirmiştir. Hatta Japonya Sağlık Bakanlığı Kırmızı Reishi Mantarı’nı kanser tedavilerinde kullanılabilecek tek bitkisel ürün olarak onaylamıştır. Bitkisel tedavilerin en aktif ve ciddi yapıldığı Japonya 'da böyle önemli bir kurum tarafından onaylanmak bu ürünün ne denli özellikli olduğunu bize göstermeye yetmektedir.
Kırmızı Reishi Mantarı nerelerde etkilidir :
1-Anti kanserojen etkisi :Kanserli hücreler, anormal büyüme hızlarıyla dikkat çeker. Normal hücrelerin nasıl kanserli hücrelere dönüştüğü tam kesin olarak belirlenmemesine rağmen, bunun bir viral orijine bağlı olduğu veya muhtemelen vücudun doğal korunma sisteminde (bağışıklık sisteminde) bir değişiklik sonucunda olduğu yönünde teoriler vardır. Son yıllarda bazı insanların genetik olarak kanser risk grubunda olduğu düşünülmektedir. Bu kişiler yaşlandıkça ve bağışıklık sistemi zayıfladıkça, belli tip kanserlere yakalanma riskleri artmaktadır.Kırmızı Reishi
Mantarı hangi yolla kanseri önler? :
●Kırmızı Reishi Mantarı’nın bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi, kanseri önlemede ve kanserle savaşta da görülmektedir. Makrofaj T-hücrelerinin, kanser hücreleriyle daha etkin olarak savaşmasında etkili olmaktadır.
●Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan Beta-1, 3-D-glucan ve Beta-1,6- D-glucan isimli polisakkaritlerin, güçlü anti-tümör etkileri gösterdiği araştırmalarla belirlenmiştir. Sonuçlar kanserin tipine ve şiddetine göre değişiklik göstermektedir. Glucan maddesi, bağışıklık hücrelerinin tümör hücrelerini sarmasına yardımcı olur; bazı bilim adamları aynı zamanda kanserli hücrelerin sayısını azalttığını da savunmaktadır, böylece de bağışıklık hücreleri bunlarla daha kolay mücadele etmektedir. Bazı çalışmalarda, tümörlerde % 50 oranında gerileme kaydedilmiştir.
●Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan Canthaxanthin isimli diğer bir maddenin de tümörlerin büyümesini yavaşlattığı ifade edilmektedir.
●Vücudumuz doğal olarak anti-kanser maddeler -interferon ve interleukin 1 ve 2- üretmektedir; Kırmızı Reishi Mantarı’nın düzenli tüketiminin, bu anti-kanser maddelerin üretimini teşvik ettiği ve tümör büyümesini önlediği kanıtlanmıştır.
Kırmızı Reishi Mantarı tüketimi, kanser tedavisinde Radyoterapi ve Kemoterapi esnasında görülen ve hoş olmayan (saç dökülmesi, bulantı, kusma, ağız iltihabı, boğaz ağrısı, iştah kaybı gibi) yan etkileri azaltır veya ortadan kaldırır, bu nedenle kemoterapi öncesinde, sırasında veya sonrasında kullanılabilir. Yapılan bazı çalışmalarda bu etkilerin % 90-95 oranında azaldığı belirlenmiştir. Sadece bu etkisi bile hastanın moral seviyesinde ve yaşam kalitesinde sağladığı yükselme ile hastalıkla mücadelede etkin olmaktadır. Ganoderma Lucidum insan vücudu üzerine olumsuz ve toksik etki yapan her şeyi yok eder. Bağışıklığı hiçbir toksik etki yapmaksızın güçlendirme özelliği Ganoderma Lucidumun diğer bütün ilaçlara karşı asla erişilemez üstünlüğüdür.2- Bağışıklık sistemi üzerine etkileri:Bağışıklık sisteminin ana işlevi vücuda giren virus, bakteri ve diğer mikroplar gibi patojenleri belirlemek ve bunlar vücuda herhangi bir zarar vermeden ortadan kaldırmaktır. Lökositler hastalıklara karşı vücudun birincil defans mekanizmasını oluşturur, fakat kronik ve kötü huylu hastalıklara karşı etkisizdir. Bu gibi zamanlarda lenfositler ikincil defans mekanizmasını oluşturur. Ancak lenfositler de etkisiz kalırsa, son kale olarak makrofaj T-hücreleri ortaya çıkar ve bu hücreler aktif hale geldiklerinde kanser hücreleri dahil olmak üzere tüm yabancı organizmaları yok ederler. Ancak bu hücrelerin aktive edilmesi oldukça zordur.Kırmızı Reishi Mantarı’nda bulunan polisakkaritlerden, beta-1,3-D-glucan ve beta-1,6-glukan, akyuvar ve lenfositlerin sayısının artmasına etki ettiği gibi bağışıklık sisteminin en önemli hücreleri olan makrofaj T-hücrelerinin miktarının artmasına ve aktif hale gelmesine etki ettiği bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Kırmızı Reishi Mantarı’nın düzenli tüketimi bağışıklık sistemini güçlendirir.Eğer bağışıklık sistemde bir aksama varsa, vücuda giren tüm bu patojenler hastalıklara neden olur. Sürekli hastalık geçiren kişilerde bu mekanizmalar bozulur sonunda kişi en ufak hastalıklara karşı dirençsiz hale geçebilir. Kırmızı Reshi Mantarı bağışıklık sistemini t lenfosit aktivasyonu ile sürekli alarmda tutarak kişiyi her türlü mikrop ve tümör hücresine karşı korur.3-Kalp ve Damar üzerine etkileri :Hayvanlarda yapılan deney ve klinik çalışmalar G. Lucidumun koroner arteri genişlettiğini damarlardaki kan akışını arttırdığını ve kardiyak kapiller dolaşımını geliştirdiğini desteklemektedir. Böylece oksijen kaynağı ve kardiyak kaslardaki enerji artmaktadır.Kan akımının yavaşlaması kaynaklı kalp rahatsızlıklarında kalbin korunmasına yardım eder. Ve kalp hastalıklarınınn tedavisinde ve önlenmesinde idealdir. Ganoderma Lucidumun hipertansif hastalardaki trigliserit, lipoprotein ve kandaki kolesterol seviyesini azalttığı apaçık bellidir.Kan pıhtılaşma mekanizmalarında yaptığı olumlu etkilerin kalp krizini ve beyin felcini önlemede önemli yararları vardır.Ayrıca Kırmızı Reishi Mantarı sempatik sinir sistemi aktivasyonunu azaltarak tansiyon üzerinde de % 80’e varan düşmeler sağlamaktadır.4-Şeker hastalığı üzerine etkileri :Ganodermanın içerdiği bileşiklerden Ganoderma B ve C olarak adlandırılanların kan şekerini düşürdüğü bulunmuştur. Bu etkinliğin Ganodermann vücudun kendi dokuları tarafından kan şekerini daha iyi kullanılır hale getirmesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. G. Lucidum bileşenleri bu olayda yağ asitlerinin serbest kalmasını engelleme yönünde insüline destek olduğu bulunmuştur. Diyabet hastalarında şeker kontrolünün sağlanması etkinliğini bilimsel olarak ta göstermektedir. 5- Diğer sistemler üzerine etkileri :-Sempatik sinir sistemini düzenleyerek uyku düzeninin sağlanmasına, hafıza kuvvetlendirmesine, stres ve depresyona karşı koruma sağlar-Vücudun alerji yapısını düzenler, astım ve alerji ataklarının sayısının azalmasına yardım eder.-Bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri nedeni ile hücre yenilenmesini arttırarak yaşlanmayı geciktirir.
Bronkoskopik tedavi
Akciğer Kanseri hastaları, ‘’Bronkoskopik tedavi’’ile tekrar ’NEFES ALABİLİRSİNİZ!’’
EĞER BUNU UYGULAYAN DOKTORU BULABİLİRSENİZ
Neredeyse ölümle eşdeğer görülen akciğer kanserinde, 25 yıldır birçok ülkede uygulanan 'bronkoskopik tedavi' ‘le hayat kurtarılabildiği gibi yaşam süresi de uzatılabiliyor. Ne gariptir ki, Türkiye'de yılda 50 bin yeni akciğer kanseri vakası görüldüğü halde bu yöntem ülkemizde ilgi görmüyor?
Türkiye'de fazla bilinmeyen ve göğüs hastalıkları uzmanları tarafından uygulanması gereken 'Terapötik Bronskopi - soluk borusu tıkanıklığının tedavisi' hakkında Medicana Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı ve Terapötik Bronkoskopist Prof. Dr. Yalçın Karakoca bilgi verdi. Karakoca’ya, akciğer hastalarının 'nefes almasını' sağlayan 'bronkoskopik tedavi' sinin neden ülkemizde yeterince uygulanamadığını sorduk...
Prof. Dr. Yalçın Karakoca,’’ Solunum yetmezliği yaşayan akciğer kanseri hastaları bazı doktorlar tarafından yapacak bir şey kalmadı diye evlerine gönderiliyor. Türkiye'de yılda 50 bin yeni akciğer kanseri vakası görülürken, ABD'de bu rakam 160 bin. Ancak Amerika'da akciğer kanserinin tüm kanserler içindeki oranı yüzde 20'lere düşmüş durumda. Türkiye'de ise neredeyse tüm kanser hastalarının yarıya yakınını akciğer kanserliler oluşturuyor. Akciğer kanserlerinin önemli bir bölümü ise ana solunum yollarına yerleşerek akciğerlerin havalanmasını engelliyor. Bu nedenle hastalar ağır solunum yetmezliği ve zatürreeden kaybediliyor. Cerrahi tedavi şansı olmayan bu tür hastalara yapılabilecek tek tedavi solunum yollarının açılmasına yönelik 'terapötik bronkoskopi' girişimleridir. Çünkü dakikada 20 kez nefes alan bir hasta dakikada 20 kez ıstırap yaşıyor. Bu hastaların solunumlarının normale döndürülmesi ıstıraplarını ortadan kaldırdığı gibi hastaların hayatta kalmalarını da sağlıyor.’’
DOĞRU TEŞHİS, YANLIŞ SEVK
Prof. Dr. Yalçın Karakoca;Kalp rahatsızlıklarından sonra ülkemizdeki en önemli ölüm nedeni olan akciğer kanseri, sigara içiminin önlenmesi halinde yüzde 90 oranında ortadan kaldırılabilir. Hastalarının çoğunda hafif, orta veya ağır düzeyde soluk borusu tıkanıklığı bulunur. Soluk borusunda tam tıkanıklık ile başvuranlarda nefes darlığı, hırıltı, kanlı balgam ve tıkanıklık arkasında enfeksiyona bağlı olarak ateş ve koyu renkli balgam şikâyetleri de olur.
Bu hastalar göğüs hastalıkları uzmanları veya dahiliye uzmanları tarafından çoğunlukla doğru teşhis edilir ve yanlışlıkla onkoloji kliniklerine sevk edilir. Onkoloji kliniklerinde tedavide ilk seçenek genellikle kemoterapidir.
Hastada solunum yolunda kanama ve tıkanıklık belirtileri ileri düzeyde ise kişi, kemoterapiyi kaldıracak durumda olmaması nedeniyle radyoterapi kliniklerine sevk edilir. Solunum yolunda tıkanıklığı ve solunum zorluğu bulunan hastalarda ışın tedavisinin geç etki göstermesi ve tıkanıklık arkasında yerleşen enfeksiyonun bağışıklık sistemini zayıflatmasının da etkisiyle hastanın radyoterapisi tamamlanamaz ya da gecikmeler nedeniyle tümörün direnç geliştirmesine neden olur.
AKCİĞER KANSERİNDE HAYAT KURTARAN YÖNTEMLER
Prof. Dr. Yalçın Karakoca; Onkoloji kliniklerinin terapötik bronkoskopi konusunda göğüs hastalıklarını yeterince cesaretlendirmemeleri, işlem komplikasyon ihtimalinin yarattığı strese bağlı göğüs hastalıkları kliniklerinin de yeterince olayın üzerine gidememeleri nedeniyle akciğer kanserinden ölüm ülkemizde hâlâ çok yaygın. Gelişmiş ülkelerde bulunan akciğer kanseri tedavi merkezleri son 25 senedir 'endobronşiyal tedavi' yöntemlerinin tamamını uygulayarak akciğer kanserinde yaşam süresini ve kalitesini artırdılar. Solunum yollarında tümörün neden olduğu tıkanıklık, hastaların çoğunda yaşamı tehdit eden faktörlerin başında geliyor. Terapötik bronkoskopi denilen solunum yollarında tıkanıklık yaratan nedenler ortadan kaldırılarak solunum yolları eski genişliğine ulaştırılabiliyor. Bronş içine doğru büyüyen tümörlerde en etkili yöntemler, lazer, koter, argon ve kriyo denilen cihazlarla yapılan işlemlerdir. Bronşun duvarı altında gelişen tümörlerde en etkili yöntemler ise 'brakiterapi ve fotodinamik' terapi denilen tedavilerdir. Bronş içinde erken dönemde tespit edilen tümörler, birden fazla odakta yerleşen ya da geniş yüzey kaplayan tümörlerde fotodinamik terapi denilen tedavi yöntemi en uygun tedavi seçeneğidir. Solunum yollarında tümörün neden olduğu kanamalar bazen hayatı tehdit eden boyuta ulaşabilir; lazer, argon, balon tamponu gibi terapötik bronkoskopik tedavi yöntemleri hayat kurtaran teknikler olarak imdada yetişir. Ancak tedavi yöntemlerinin etkin bir biçimde uygulandığı merkez sayısı oldukça kısıtlı. Akciğer kanserinde özellikle ameliyat edilmeyen hastalarda yaşam kalitesinin düzelmesi ve ölüm nedenlerinin tedavi edilebilmesi terapötik bronkoskopik tedavi yöntemlerinin başarı ile uygulanabilmesine bağlı.
Tanısal bronkoskopi yöntemleri her klinikte uygulanabilir olmasına rağmen tedavi edici bronkoskopi tekniklerini başarıyla uygulayabilen hekim ve klinik sayısı kısıtlıdır.
EĞER BUNU UYGULAYAN DOKTORU BULABİLİRSENİZ
Neredeyse ölümle eşdeğer görülen akciğer kanserinde, 25 yıldır birçok ülkede uygulanan 'bronkoskopik tedavi' ‘le hayat kurtarılabildiği gibi yaşam süresi de uzatılabiliyor. Ne gariptir ki, Türkiye'de yılda 50 bin yeni akciğer kanseri vakası görüldüğü halde bu yöntem ülkemizde ilgi görmüyor?
Türkiye'de fazla bilinmeyen ve göğüs hastalıkları uzmanları tarafından uygulanması gereken 'Terapötik Bronskopi - soluk borusu tıkanıklığının tedavisi' hakkında Medicana Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı ve Terapötik Bronkoskopist Prof. Dr. Yalçın Karakoca bilgi verdi. Karakoca’ya, akciğer hastalarının 'nefes almasını' sağlayan 'bronkoskopik tedavi' sinin neden ülkemizde yeterince uygulanamadığını sorduk...
Prof. Dr. Yalçın Karakoca,’’ Solunum yetmezliği yaşayan akciğer kanseri hastaları bazı doktorlar tarafından yapacak bir şey kalmadı diye evlerine gönderiliyor. Türkiye'de yılda 50 bin yeni akciğer kanseri vakası görülürken, ABD'de bu rakam 160 bin. Ancak Amerika'da akciğer kanserinin tüm kanserler içindeki oranı yüzde 20'lere düşmüş durumda. Türkiye'de ise neredeyse tüm kanser hastalarının yarıya yakınını akciğer kanserliler oluşturuyor. Akciğer kanserlerinin önemli bir bölümü ise ana solunum yollarına yerleşerek akciğerlerin havalanmasını engelliyor. Bu nedenle hastalar ağır solunum yetmezliği ve zatürreeden kaybediliyor. Cerrahi tedavi şansı olmayan bu tür hastalara yapılabilecek tek tedavi solunum yollarının açılmasına yönelik 'terapötik bronkoskopi' girişimleridir. Çünkü dakikada 20 kez nefes alan bir hasta dakikada 20 kez ıstırap yaşıyor. Bu hastaların solunumlarının normale döndürülmesi ıstıraplarını ortadan kaldırdığı gibi hastaların hayatta kalmalarını da sağlıyor.’’
DOĞRU TEŞHİS, YANLIŞ SEVK
Prof. Dr. Yalçın Karakoca;Kalp rahatsızlıklarından sonra ülkemizdeki en önemli ölüm nedeni olan akciğer kanseri, sigara içiminin önlenmesi halinde yüzde 90 oranında ortadan kaldırılabilir. Hastalarının çoğunda hafif, orta veya ağır düzeyde soluk borusu tıkanıklığı bulunur. Soluk borusunda tam tıkanıklık ile başvuranlarda nefes darlığı, hırıltı, kanlı balgam ve tıkanıklık arkasında enfeksiyona bağlı olarak ateş ve koyu renkli balgam şikâyetleri de olur.
Bu hastalar göğüs hastalıkları uzmanları veya dahiliye uzmanları tarafından çoğunlukla doğru teşhis edilir ve yanlışlıkla onkoloji kliniklerine sevk edilir. Onkoloji kliniklerinde tedavide ilk seçenek genellikle kemoterapidir.
Hastada solunum yolunda kanama ve tıkanıklık belirtileri ileri düzeyde ise kişi, kemoterapiyi kaldıracak durumda olmaması nedeniyle radyoterapi kliniklerine sevk edilir. Solunum yolunda tıkanıklığı ve solunum zorluğu bulunan hastalarda ışın tedavisinin geç etki göstermesi ve tıkanıklık arkasında yerleşen enfeksiyonun bağışıklık sistemini zayıflatmasının da etkisiyle hastanın radyoterapisi tamamlanamaz ya da gecikmeler nedeniyle tümörün direnç geliştirmesine neden olur.
AKCİĞER KANSERİNDE HAYAT KURTARAN YÖNTEMLER
Prof. Dr. Yalçın Karakoca; Onkoloji kliniklerinin terapötik bronkoskopi konusunda göğüs hastalıklarını yeterince cesaretlendirmemeleri, işlem komplikasyon ihtimalinin yarattığı strese bağlı göğüs hastalıkları kliniklerinin de yeterince olayın üzerine gidememeleri nedeniyle akciğer kanserinden ölüm ülkemizde hâlâ çok yaygın. Gelişmiş ülkelerde bulunan akciğer kanseri tedavi merkezleri son 25 senedir 'endobronşiyal tedavi' yöntemlerinin tamamını uygulayarak akciğer kanserinde yaşam süresini ve kalitesini artırdılar. Solunum yollarında tümörün neden olduğu tıkanıklık, hastaların çoğunda yaşamı tehdit eden faktörlerin başında geliyor. Terapötik bronkoskopi denilen solunum yollarında tıkanıklık yaratan nedenler ortadan kaldırılarak solunum yolları eski genişliğine ulaştırılabiliyor. Bronş içine doğru büyüyen tümörlerde en etkili yöntemler, lazer, koter, argon ve kriyo denilen cihazlarla yapılan işlemlerdir. Bronşun duvarı altında gelişen tümörlerde en etkili yöntemler ise 'brakiterapi ve fotodinamik' terapi denilen tedavilerdir. Bronş içinde erken dönemde tespit edilen tümörler, birden fazla odakta yerleşen ya da geniş yüzey kaplayan tümörlerde fotodinamik terapi denilen tedavi yöntemi en uygun tedavi seçeneğidir. Solunum yollarında tümörün neden olduğu kanamalar bazen hayatı tehdit eden boyuta ulaşabilir; lazer, argon, balon tamponu gibi terapötik bronkoskopik tedavi yöntemleri hayat kurtaran teknikler olarak imdada yetişir. Ancak tedavi yöntemlerinin etkin bir biçimde uygulandığı merkez sayısı oldukça kısıtlı. Akciğer kanserinde özellikle ameliyat edilmeyen hastalarda yaşam kalitesinin düzelmesi ve ölüm nedenlerinin tedavi edilebilmesi terapötik bronkoskopik tedavi yöntemlerinin başarı ile uygulanabilmesine bağlı.
Tanısal bronkoskopi yöntemleri her klinikte uygulanabilir olmasına rağmen tedavi edici bronkoskopi tekniklerini başarıyla uygulayabilen hekim ve klinik sayısı kısıtlıdır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)