Bu Blogda Ara

sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2010 Pazartesi

Kış Depresyonu Sizi Esir Almasın!


Yüzünü daha az gösteren ‘güneş’ nedeniyle çoğumuz enerji yoksunluğu ve hayattan keyif alama gibi sorunlarla baş etmek zorunda kalıyoruz! Aslında ‘Kış depresyonu’ olarak adlandırılan ve özellikle kadınları etkisi altına alan bu hastalıktan korunabiliriz. İşin püf noktası ise haftada en az 2 kez balık tüketmek ve bol bol egzersiz yapmak!

Psikolog Orhan Öztürk

“Çok uykum olmasına rağmen gece uykuya dalmakta zorluk çekiyorum, sabahları da zar zor uyanıp gün boyu halsiz oluyorum”, “Kimse ile görüşüp konuşmak istemiyorum”, “Çok mutsuzum, içimden bazen ağlamak geliyor”, bu tarzı yakınmaları kış mevsiminde çevremizden sıkça duyuyor ya da kendimiz de dile getiriyoruz… Özellikle kadınları etkisi altına alan kış depresyonunun yaşamı çekilmez hale getiriyor, oysa bu hastalıktan korunmanın mümkün. Kış mevsimi bazı kişiler için oldukça zor geçiyor. Çünkü enerji yoksunluğu, gün içinde aşırı uyuklama, sabahları geç uyanma ve hayattan keyif alamama gibi durumlar yaşam kalitesini ciddi boyutlarda bozabiliyor. Ancak alınacak olan bazı önlemler ile kış mevsimini enerjik ve keyifli bir şekilde geçirmek mümkün.

Toplumun yüzde 10’unu etkiliyor!

Kış depresyonu, yılın diğer zamanlarında zihinsel durum açısından oldukça sağlıklı olmalarına karşın, soğuk aylar yaklaştıkça depresyon belirtileri gösteren kişilerde görülen ruhsal bir düzensizlik durumu olarak tanımlanıyor. Teknik adı “mevsimsel duygu durum bozukluğu” olan bu rahatsızlık nadiren de olsa diğer mevsimlerde ortaya çıkabiliyor. Kış depresyonu yaşayan kişilerin en belirgin özellikleri ise her sene kış ayları yaklaştıkça gözlenen depresyona özgü mutsuzluk, keyifsizlik, hayattan tat alamama ve enerji azalması gibi durumlar yaşamaları. Yapılan çalışmalar özellikle kadınları etkisi altına alan kış depresyonunun tüm yetişkinler arasında yüzde 1.5 - 10 gibi yüksek bir oranda gözlendiğine işaret ediyor.

Belirtileri neler?

Genellikle soğuk ve az ışıklı aylar yaklaştıkça giderek artan belirtiler şöyle sıralanıyor:

Enerjisi yoksunluğu,
Sabahları güç uyanma,
İsteksizlik,
Genel keyifsizlik,
Gün içinde aşırı uykulu olma,
Konsantrasyon güçlüğü,
Performans düşüklüğü gibi depresyona özgü durumlar yaşanıyor.
Sıklıkla karbonhidratlı besinler tercih edildiği için kilo alınıyor.
Depresyonu önlemenin 7 püf noktası!

Kış boyunca gündüz saatleri süresince olabildiğince doğal güneş ışığı almalısınız. Bu nedenle penceresi olmayan ve yapay ışıkla aydınlatılan ortamlarda çalışıyorsanız, sabah mesai saatinden önce ve hafta sonları güneşli ortamlarda bulunmaya çalışın.
Evde ve işyerinde aydınlatma için doğal güneş ışığı tarzında ışık veren ampuller kullanın.
D vitamini açısından zengin olan balık etini haftada en az 2 kez tüketin. Bol sıvı ve meyve suyunu ihmal etmeyin.
Mümkünse kış tatillerinizi güneşli ve rahat ortamlarda geçirin.
Uyku alışkanlıklarınızı değiştirmeyin, hafta sonları geç saatlere kadar uyanık kalmayın.
Haftada 3-4 gün egzersiz yapın. Böylelikle hem kendinizi daha dinç hissedecek, hem de gece daha rahat uykuya dalacaksınız.
Yapmak isteyip de devamlı ertelediğiniz sosyal aktiviteler için kış mevsiminin iyi bir fırsat olduğunu akıldan çıkarmayın.
Uzmana ne zaman başvurmalı?

Değişken sosyal ve fizyolojik şartlara bağlı olarak ortalama ruh halindeki dalgalanmalar herkeste görülebilir ve bu durum bir seviyeye kadar son derece olağan. Kış depresyonu bir uzmana başvurulmadığı durumlarda baharın gelmesiyle de pekala kendi kendine geçebilir. Ancak duygu durumdaki düşüşler her sene kış aylarında belirgin olarak ortaya çıkıyorsa ve kişinin psikolojik, sosyal, ailevi ve akademik hayatını ciddi derecede etkilemeye başlamışsa, artık bir uzmana görünme vakti gelmiştir. Böylelikle profesyonel yardım alan hastalar bir sonraki yılın kış depresyonuna karşı daha hazırlıklı olur ve hastalıkla çok daha verimli metotlarla başa çıkmayı öğrenirler.

Işık terapisi ile etkili çözüm!

Kış depresyonunda diğer depresif bozuklukların tedavisinde kullanılan klasik yöntemler olan bilişsel-davranışçı psikoterapi ve ilaç tedavisinden farklı olarak, ışık terapisi (fototerapi) ile melatonin hormon desteği uygulamalarına yöneliniyor. Özellikle ışık terapisi ve psikoterapi kombinasyonu ile hastaya ilaç vermeden ve olası yan etkilerden uzak kalarak çok başarılı sonuçlar elde etmek mümkün oluyor. Tedaviye yanıt oranı kişiden kişiye ve kullanılan yöntem kombinasyonuna bağlı olarak değişiyor. Ortalama bir ışık terapisi seansı 30-60 dakika sürüyor ve hastalar genellikle ilk 1 hafta sonrasında iyileşme fark etmeye başladıklarını ifade ediyor.

17 Eylül 2010 Cuma

Evlilik Kabusunuz Olmasın…


Kimilerinin rüyası kimilerinin kâbusu olan evlilik 4000 yıllık toplumsal bir kurum. Çoğu insan için gerekli olan bu kurum bazı insanlarda korkuya sebep oluyor. Birçok çift mutlu bir birlikteliği evlilik aşamasında bitiriyor ya da evliliğin aşkı öldürdüğüne inanıyor.

Dr. Mehmet Yavuz

Nöroloji Uzmanı

Yalnız yaşamak kimileri için en doğru yaşam biçimi. Neredeyse bekar yaşayanların sayısı evli insanlardan daha fazla. İlişkileri ve aşkı bitirdiğine inanılan evlilik kutsal bir bağlılıktan öteye sadece bir sorumluluk almak mı?

Evlilik Korkusu Nedir?

“Evlilik korkusu, kişinin çevresinde ve ailesinde yaşadığı olumsuz evlilik örneklerinden edindiği bilgiler doğrultusunda yaşadığı bir korkudur. Ayrıca evlilik korkusu psikolojik olarak yaşanan bir bağlanma korkusudur. Karşı tarafa bağımlı yaşamak onun fikirlerini önemsemek bazı insanları yalnız yaşamanın doğru olduğuna iter. Farklı kültürlerde ve farklı ailelerde yetişen kişiler birden kendilerini bu zorlu kurumun içine sürüklemek istemez. Bir başkasının sorumluluğunu almak herkes için kolay bir durum değildir. Çünkü evli olduğunuz zaman sadece kendiniz için yaşayamazsınız. Çoğul düşünerek bu doğrultuda kararalar almanız gerekir. Yeri geldiğinde fedakâr olmanız, maddi ve manevi imkânlarınızı buna göre ayarlamanız gerekir.

Evlilik Korkusuna Sebep olan faktörler nelerdir?

“Evlilik korkusuna sebep olan en büyük faktör çevresel ve ailesel faktörlerdir. Kişinin ailesinde anne ve babasının mutsuz ve sürekli tartışıyor olması bu korkuyu doğurabilir. Ayrıca kişinin çevresinde yaşayan evli çiftlerin kavgalarına ya da tartışmalarına şahit olması da bu korkunun artmasına sebep olabilir. Kişi çelişkiler yaşar kendisinin de mutsuz bir birlikteliğinin olacağına inanır. Evlenmekten vazgeçer ve evlilik kurumuna olan ilgisi de zamanla yok olur. Uzun zaman tek başına yaşayan insanlarda bu korku daha sık görülebilir. Uzun bir dönem yalnız yaşayan bir insan başka bir insanla birlikte yaşamayı kabul etmekte zorlanabilir ve evlilikten kaçabilir. Fakat bu durum mutlu bir ailede yaşamış çocuklarda da görülebilmektedir. Nedeni ise mutlu bir ailede büyüyen çocuk mükemmeliyetçi bir ruh halinde olur ve karşı taraftan da bunu bekler ve ilişkisinde yaşadığı en küçük tartışma bile onun anne ve babası kadar mutlu bir beraberliğinin olamayacağını düşünmeye başlar. Bir başka deyişle fazla mükemmeliyetçi olmak ta bu korkunun oluşmasına sebep olabilir.Özellikle bizim ülkemizde ailevi ve çevresel baskılar nedeniyle boşanmanın zor olması da evliliği engelleyen nedenlerden biridir. Kişiler evlenince bir daha ne olursa olsun boşanamayacağını düşünürler. Ayrıca nişan, düğün merasimlerinin geleneksel uygulamaları ve bunların meydana getirdiği stres de insanı evlilikten uzaklaştırabilir. Daha iyi eş bulma düşüncesi de, evliliği zorlaştıran nedenlerden biridir. Önüne çıkan adayları, ekonomik, kültürel ve eğitim alanında daha iyisini bulurum düşüncesi ile beğenmemek, bir süre sonra insanı kronik bekarlığa götürebilir.

Evli bir erkek, bekar ama sevgilisi olan bir erkeğe göre her zaman daha sadık olmak zorundadır. Bekar erkekler için günlük kaçamaklar bazı kadınlar için daha affedilir olabilir ama konu evlilik olunca, aynı hoşgörüden söz edilemez. Kılıbık olma korkusu, evlenince birçok ev işine ortak katkı sağlama, özellikle eşi çalışıyorsa, mutfak ve temizlik işlerine katılma ihtimali de kişileri evlilikten uzaklaştırabilir. Onlar için annelerinin evinde özgür ve rahat yaşamaları daha cazip gelebilir.Erkek erkeğe ya da kız kıza sosyal aktivitelerden ya da eğlencelerden uzak kalacak olma, örneğin halı saha maçlarından, çeşitli kağıt oyunlarından, ya da eğlence mekanlarına takılma huylarından vazgeçecek olmaları da kişileri evlilikten uzak tutabilir. Bu kişiler evlilik sürecinde, giderek hayatlarının rutine gireceğini ve monotonlaşacağını düşünürler. Bunların dışında aile sorumluluğu dediğimiz anne ve baba olmak ileride doğan çocuğa bir yaşam koşulu sunmaya çalışmakta evlenme düşüncesinde olan bir bireyi evlilikten uzaklaştırabilir.”

Evlilik Korkusu yaşayan insanlarda ne gibi psikolojik belirtiler olabilir?

“Bu korkuyu yaşayan kişiler bağlanmaktan korktukları için uzun süreli birlikteliklerden kaçarlar. Yalnız yaşamanın en doğru yaşam biçimi olduğuna inanırlar. Daha çok bekar ve yalnız yaşayan insanlarla görüşmek isterler. Fazla mükemmeliyetçi düşünürler. Bencil yaklaşımları olabilir. Evlilikle ilgili sorulara çelişki içeren cevaplar verebilirler.”

Evlenmesi riskli olan insanlar var mıdır?

Narsist kişilik bozukluğu olanlar evliliklerinde büyük sorunlar yaşayabilirler. Egoist, ileri derecede bencil, paylaşımı sevmeyen kişilerin evlilikleri her zaman risk taşır. Sosyal uyum bozukluğu ya da asosyal kişilik bozukluğu onların evlilikleri eğer eşlerden biri çok fedakâr değilse genellikle boşanma ile sonuçlanır. Aileler asosyal ya da antisosyal kişilik bozukluğu olan çocuklarını evlilikten uzak tutmaya çalışmalıdırlar. Evlenirse normale döner, huyları düzelir gibi gerekçelerle bunları evliliğe teşvik etmek, her zaman karşı tarafı mağdur eden bir durumdur.

Evlilik Korkusunu yenmek için neler yapılabilir?

“Evlilik korkusunun yenmek için kişi kendisine olan güvenini üstün tuttuğu gibi başkalarına olan güvenini de üstün tutmalıdır. Ön yargısız yaklaşım sergilemeli, fedakâr olunmalıdır. Paylaşımcılığı öğrenmeli bencillikten uzak durmalıdır. Doğru bir ilişkiden neler beklediğini tam anlamıyla düşünmelidir. Düzgün, düzenli ve disiplinli yaşamak, kişisel başarının anahtarlarından biridir. Bu ise çoğu kez evlilikle mümkün olabilir. Aile toplumun en küçük ünitesidir. Sağlıklı toplumlar, sağlıklı ailelerden oluşur. Sağlıklı evlilikler bir toplumun en sağlam dinamikleridir. Bu nedenle düzenli, başarılı bir yaşam ve sağlıklı, uzun ilişkiler yaşayabilmek için gerekirse psikolojik destek almaktan da kaçınmamalıdır.”

27 Nisan 2010 Salı

TATİLDEN SONRA DOKTORA GİTMEMEK İÇİN

Aman güneşe dikkat edin.. Bilinçsiz bronzlaşma başta kanser olmak üzere birçok deri hastalığına sebep olabilir...

Dayanılmaz sıcaklar bastırdı, ilk fırsatta deniz kenarına gidip ferahlamak ve bronzlaşıp güzelleşmek istiyorsunuz.. Yola çıkmadan önce bu yazıyı mutlaka okuyun.. Çünkü sağlığınız her şeyden değerliii...

İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Güzin Özarmağan, güneşe ve ultraviyole ışınlarına karşı dikkatli olunması konusunda uyarıyor.. Çünkü bilinçsiz güneşlenme ya da güneşe çıkma sağlığımızda onarılması zor hastalıklara sebep olabilir....
10:00- 14:00 SAATLERİNDE GÜNEŞTEN SAKININ
Prof. Dr. Güzin Özarmağan ; Güneş yaşamsal kaynaklarımız arasında sayılan birkaç olgudan birisidir. Fotobiyoloji gün geçtikçe daha iyi tanımlanan bir bilimsel alandır. Çünkü güneş ışığının bilimsel yönleri özellikle ultraviyole (UV) ışınları ve bunun deriyle, direnç sistemi ile ve hatta ruhsal dünyayla etkileşimleri birçok bilim adamının, hekimin ilgisini çekmektedir. Deri hastalıkları UV ışınlarından etkilenir ve bunlar akut güneş yanığından, fotoalerji, kronik UV hasarı, yaşlanma ve deri kanserlerine kadar geniş bir spektrumu içerir. Öğle vakti dünya yüzeyine ulaşan UV ışınları deri üzerinde önemli etkilere sahiptir. Güneşten dalga boylarına göre 3 alt kategoriye ayrılan UV ışınlarının UVB olarak adlandırılan ikinci türü derinin epidermis denilen üst tabakasına etkiler. Güneş yanığının esas sorumlusudur. En yoğun şekilde güneşin tepede olduğu 10:00 ile 14:00 saatleri arasında yeryüzüne ulaşır ve filtrasyon minimaldir. UVB; DNA, RNA, protein, hücrenin temel komponentlerinde hasar oluşturabilir. Güneş ışığındaki, UVA derinin daha derin tabakalarına etki eder, deri hasarında ana rolü oynar. Deri üzerindeki kızarıklık ve bronzlaşma etkisi hemen ortaya çıkar. Derinin daha derin tabakalarına ulaşabildiğinden fotoyaşlanma ve deri kanseri gelişimine etkisi daha fazladır.
ÖNCE DERİ TİPİNİZİ BİLİN SONRA GÜNEŞE ÇIKIN
Prof. Dr. Güzin Özarmağan; Burada önemli olan kişinin deri tipini bilmesi ve bu doğrultuda korunmasıdır. FDA (İlaç ve Gıda Yönetimi) ve Amerikan Dermatoloji Akademisi tarafından kişilerin güneşe karşı reaksiyonuna göre 6 deri tipi tanımlanmıştır:
Tip 1: Daima ve kolaylıkla güneş yanığı oluşabilen, asla bronzlaşmayan, kızıl saçlı ve çilli kişiler
Tip 2: Daima ve kolaylıkla güneş yanığı oluşabilen, bazen bronzlaşabilen, açık tenli, açık renk saçlı ve mavi gözlüler
Tip 3: Bazen yanabilen, yavaş ve açık kahverengi tonda bronzlaşabilen ortalama deri tipi
Tip 4: Nadiren güneş yanığı görülen, daima orta kahverengi tonda yanan deri tipi
Tip 5: Yanma görülmeyen, çok iyi bronzlaşan, güneşe duyarsız derilerdir. Ortadoğulular gibi.
Tip 6: Asla yanmayan, çok koyu tenli, güneşe duyarsız deri tipidir. Siyahlar gibi.
Aslında insan vücudu kendini güneş ışığının zararlı etkilerinden korumak için bazı doğal koruyucu sistemlere sahiptir. Ancak bunlar yeterli olmadığından dışarıdan yardımcı koruyuculara ihtiyaç duyulmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü global ultraviyole ışınlarından korumak için bazı önerilerde bulunuyor.

A. Gün ortasında güneşte bulunma zamanını sınırlandırın: Yazın saat 10:00-14:00 arasında UV ışınları yeryüzüne enyoğun düzeyde ulaşır. Bu aralıkta güneşten kaçının.
B. Ultraviyole indeksini takip edin, öğlen 11:30-12:30 arasında, ekvatora yaklaştıkça, mevsime göre ilkbahar ve sonbaharda alınan UV günlük dozu yarı yoğunluktadır. Deniz seviyesinden yüksekdikçe, bulutlanma arttıkça ultraviyole ışınlarının zararlı etkisi azalır.
C. Gölgeleri akıllıca kullanın: Güneşli havada dışarıya çıkmamak en uygunudur. Ayrıca ışığı yansıtan su, çimen, kum ve kar gibi örtüler UV indeksini artırıcı etkiye sahiplerdir. Bu durumlarda gölge bile yeterli koruma sağlamaz.
D. Koruyucu giysiler giyin ve güneşten koruyucu gözlükler kullanın: En iyi korumayı giysiler sağlar. Baş çevresinde ortalama 10 cm genişliğinde koruyucu kenar içeren şapkalar yüz ve boyun için idealdir. Giysilerin Ultraviole Koruma Faktör(UPF) oranı 15-50 arasındadır ki bu da en az %93 oranında koruma demektir. Ağartılmamış pamuk, ipek en iyi koruyucu yaz kumaşlarıdır. Kumaşın dokuma sıklığı arttıkça UPF düzeyi artar. Açık renkli kıyafetler yansıtıcı etkilerinden dolayı tercih edilmelidir.
E. Güneşten koruyucu ürün kullanın: Güneşten koruyucu ajanlar artık ilaç gibi kabul edilmektedir. İlaç ve Gıda Yönetimi(FDA) tarafından kategorize edilerek güvenli ürünler tanımlanmıştır. İyi bir güneşten koruyucu
• Hem UVA hem de UVB’ye karşı koruma sağlamalı
• Kullanıcı tarafından iyi tolere edilmeli
• Kozmetik boyutu kabul edilebilir olmalı
• Toksik olmamalı
• Güneşte kararlılık düzeyini kaybetmemeli
• Suya dayanıklı olmalı
• Yüksek koruma oranına sahip olmalıdır.
Güneşten koruyucu ürünlerin üzerinde SPF olarak yazan kısaltma Güneşten koruma faktörü anlamına gelir.. Güneşten koruyucu ürünler etkinlik bakımından minimal, orta derecede, yüksek koruma olarak 3 kategoride sınıflanmıştır. Açık tene sahip olanlar SPF 15 ve üzerinde kullanmalıdır.
Güneşten koruyucu ürün kullanırken dikkat edilmesi gerekenler:
• Güneşten koruyucu ürünler güneşin zararlı etkinlerinden korunma programının sadece bir boyutudur, tamamı değildir
• En az SPF 15 olan ürünler tercih edilmelidir
• Özellikle burun, yanaklar, kulaklar, boyun sırtı, ellerin ve kolların dış yüzü, ayak üstleri ve saçsız baş derisine uygulanmalıdır
• Dudaklar SPF 15 ve üzeri ile korunmalıdır
• Deri arada yamalar kalmayacak şekilde kaplanmalıdır
• Ürün güneşe çıkmadan 20-30 dakika önce sürülmeli, her iki saatte bir tekrarlanmalıdır. Yüzme ve aşırı efordan sonra da yeniden uygulanmalıdır.
• Gözler ve göz çevresi mümkünse gözlük ile korunmalıdır

Fotograf altı :Özellikle çocukluk yaşlarında güneş yanığından kaçınılmalıdır. 6 aydan küçük bebeklerde güneş koruyucu yerine fiziksel koruyucular tercih edilmelidir.
GÜNEŞİN DERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Prof. Dr. Güzin Özarmağan; Güneş ışığının normal derideki etkilerini, akut, yani kısa, kronik yani uzun dönemdeki sonuçları olarak ele almak gerekir..
Akut yani kısa etkiler; güneşe maruziyetten genellikle 4-6 saat sonra başlar ve 12- 24 saatte en şiddetli seviyesine ulaşır. Mevsim, deri tipi, korunmanın düzeyi, maruziyetin süresi, kumsal-kar-su gibi yansıtıcıların varlığı güneş yanığının düzeyini belirler. Hafif kızarıklıktan su toplayan yaralara kadar değişen deri bulguları görülebilir. Ateş, bulantı, kusma ve baş ağrısı daha şiddetli ve geniş alanlı yanık olan olgularda görülür. Gözlerde kızarık ortaya çıkabilir. Tedavi için mümkünse bir dermatoloji hekimine başvurulmalıdır. Ancak hızlı bir müdahale için soğuk kompres, soğutucu losyonlar uygulanabilir, ağızdan sıvı takviyesi ve başka engel olabilecek hastalık yoksa bir adet aspirin tablet alınabilir.
Bronzlaşma, hızlı bronzlaşma özellikle koyu derililerde ve UVA maruziyeti ile dakikalar, saatler içinde görülür. Gecikmiş bronzlaşma haftalar aylar içinde ve UVB etkisi ile ortaya çıkar. Düşük dozlarda dahi UVB ile deride D vitamini sentezi görülür. Bilindiği gibi D vitamini özellikle çocuklarda kemik gelişiminde önemli rol oynamaktadır.
Fotoyaşlanma; güneşe uzun süreli, yıllarca maruziyetten sonra gözle görülür değişiklikler ortaya çıkar. İleri yaştaki bir insanın yüz ve koltuk altı karşılaştırıldığında fotoyaşlanmanın derecesi anlaşılabilir. Özellikle tip 1 ve tip 2 derisi olanlarda koyu renkli ve siyahlara kıyasla çok daha sık ve yoğun görülür. Fotoyaşlanmanın bir çok farklı belirtisi bulunmaktadır: Deride sarımsı renk değişikliği ile birlikte kalınlaşma ve güneş gören alanlarda özellikle de yüzde kırışıklıklarla özellikle ensede görülür. Yaşlılık lekeleri, güneş gören alanlarda yüz, el sırtı, ön kol, gövde üst kısmı açık-koyu kahverengi, deri seviyesindeki renk değişiklikleridir. Çil, yüz, omuzlar ve ön kol en sık görüldüğü alanlardır. Açık yada orta kahverengi tonlarda deriden kabarık olmayan minik lekeler şeklindedir.
Fotoyaşlanmanın sık görülen belirtileri dışında deride açık-koyu renk değişikliklerinin birarada olduğu, yüzeyel kılcal damarların belirginleştiği, komedon denilen siyah yada beyaz başlı elemanların görülebildiği özel tablolar da bulunmaktadır.
GÜNEŞ IŞIĞININ KANSER GELİŞİMİNDEKİ RÖLÜ
Prof. Dr. Güzin Özarmağan; Güneş ışığının kanser gelişiminde rolü vardır. Güneş ışığının , özellikle UVB’nin uzun süreli maruziyetinin gelişiminde başlıca rol oynadığı Solar Aktinik Keratoz deri hastalığıdır. UV radyasyonu, derinin en üst tabakasında DNA hasarı yapar ve bu hücrelerin kendi hasarlarını tamir edebilme yeteneğini engeller. Güneş ışığının en etkili olduğu yerler olan yüz ve el sırtları tipik yerleşim bölgeleridir. Yüzeyi genellikle ince ve pürüzlüdür, pembe yada kahverengi renklerde olabilir. Güneşten koruyucularla kendiliğinden gerileyebileceği gibi dermatolog kontrolünde tedavi edilmesi en uygun yaklaşımdır. Yassı Hücreli Kanserde ise kronik güneş maruziyeti en önemli risk faktörüdür. Ancak sigara, arsenik, insan papilloma virüsü, organ nakli gibi sebeplerle direnç sisteminin baskılanması, AIDS ve bazı genetik hastalıklar da gelişiminde rol oynayabilir. Aktinik keratoza benzer şekilde başlayabilir, ancak hızlı büyüme, sert zemin, kanama, ülser, deriden kabarık bir şekil alma gibi bulgular eşlik eder. Kesin tanı için biyopsi alınarak doku incelemesi yapılmalıdır. Büyüklüğü ve yerleşimi hastalığın seyrini ve tedavi yaklaşımını belirlediğinden erken tanı hayat kurtarıcıdır. Bazal Hücreli Kanser, en sık görülen deri kanseri tipidir. Beyaz ırk ve erkeklerde daha fazla görülen bazal hücreli kanser çoğunlukla 40 yaşından sonra ortaya çıkar. Çocuklukta güneşe maruziyet ve tekrarlayan yanıklar, açık renk deri, AIDS, direnç sisteminin baskılanması, arsenik, iyonize radyasyon, bazı genetik hastalıklar(albinizm, kseroderma pigmentozum) bazal hücreli kanser gelişimindeki diğer risk faktörleridir. Farklı şekillerde karşımıza çıkabilen hastalığın en sık görülen kliniği “nodüler’’ dir. Yani, nohut tanesi büyüklüğünde, pembe veya deri renginde, yarı saydam, kenarları inci gibi parlak, yüzeyinde ince kılcal damarlar bulunabilen şekildir. Bazen ortasında ülser denilen yara açılabilir. Bunun dışında yüzeyel, pigmente, sklerozan olarak adlandırılan farklı klinik tiplerde de olabilir. Tanı biyopsi ile doğrulanmalı ve boyutuna, yerleşimine ve tipine göre tedavi yaklaşımı belirlenmelidir. Malin Melanom ise, son zamanlarda adını sıkça duyuran, son 20 yılda görülme sıklığı özellikle tip 1 ve 2 derisi olanlarda artmıştır. Genetik yapı, ailesel öykü, UVB ve UVA, çocuklukta güneş yanığı öyküsü, atipik benlerin varlığı, doğumsal dev benler, 50’den fazla ve 5mm’den büyük benlerin bulunması, direnç sisteminde baskılanma, bazı genetik hastalıklar (kseroderma pigmentozum) melanom için risk faktörleridir. Bir bende melanom kuşkusu uyandırabilecek bulgular; asimetrik görünüm, sınırlarının net seçilememesi, farklı renk tonlarının bir arada bulunması, çapında büyüme, yüzeyinde ülser-kanama olmasıdır. Erken tanının çok önemli olduğu hastalıkta tedavi hastalığın tipine, evresine göre belirlenir.
Ultraviyole Işınlarının Tetiklediği Hastalıklar
Prof. Dr. Güzin Özarmağan ; Ultraviyole ışınlarının tetiklediği hastalıkları belirmek gerekirse başlıcaları;
KURDEŞEN (Solar Ürtiker ): Güneş ışığı ile temastan birkaç dakika sonra ortaya çıkan ürtiker (kurdeşen) dir. Kaşıntı, kızarıklık ve kabarıklar ile karakterizedir. Tedavi için ağızdan ilaç kullanımı yada ışık tedavisi yani fototerapi seçenekler arasındadır.
YAZ ALERJİSİ ( Polimorf Işık Erüpsiyonu): Çoğunlukla kadınlarda görülen hastalığa yaz alerjisinde UV maruziyetinden saatler, günler içinde ortaya çıkar. Mercimek tanesi büyüklüğünde sert kızarıklıklar şeklindedir ve bunlar bazen su kabarcıkları görünümü alabilirler. Yüz, boyun ve el sırtı sık yerleşim yerleridir. Kortikosteroid içeren kremlerle kısa sürede iyileşir. Ancak özellikle yaz ayları başlamadan önce bir dermatoloğa başvurularak koruyucu önlemler ve tedaviler yapılmalıdır.
Kolonya, parfüm, traş losyonu gibi kokulu ürünlerin kullanımından sonra güneş ışığı, özellikle UVA ile temas kızarıklık ve koyu pigmentasyon şeklinde bir fotokimyasal reaksiyon yapabilir. Buna “Berloque dermatiti„ denilmektedir.
Bir diğer fototoksik dermatit bitkilerle ortaya çıkar. Çimen, havuç, incir, limon, havuç, kereviz, maydanoz gibi bitkilerle ve sonrasında güneş ışığı ile temas, uygulama alanlarında kızarık zeminde su toplayan yaraların oluşmasıyla oluşur.
Günümüzde kullanılan yerel ürünler içinde güneşten korucuların içerdiği bazı maddeler (PABA, benzophenon, cyclohexanol gibi) fotoalerjik potansiyele sahiptir. Ayrıca tiazid grubu tansiyon düşürücü ilaçlar, sülfonamid, pridoksin de fotoalerjik reaksiyon yapabilirler.

HER ŞEY GÜLÜMSEMEYLE BAŞLAR...

İnsanların yüzde 40’ında ağız kokusu şikayeti var. Ağız kokusunun mide rahatsızlığı, gastrit, faranjiyel reflü, ülser, üst solunum yolu enfeksiyonu, sinüzittin habercisi olduğunu biliyor musunuz?

Sağlıklı gülümse, inci gibi dişler, ferah bir nefes... Bu üç olgunun bir araya gelmesi zor gibi geliyor... AMAAAAA.."Sabah kahvaltıdan sonra, akşam yatmadan önce 3’er dakika dişlerinizi fırçalar ve diş ipi kullanılırsanız, sağlıklı bir gülümse için ilk adımı atmış olursunuz. Hele bir de altı ayda bir düzenli olarak diş kontrolü yaptırırsanız problem yok.’’ Araştırmalara göre insanların yüzde 40’ında ağız kokusu şikayeti var. Bu bir hastalık ayrıca diğer önemli hastalıkların da habercisi... Sağlık&Yaşam dergisi Dentistanbul Diş Hastanesi ekibinden Periodontist Dr. Aziz Yaramış ile ‘’Ağız Diş Sağlığı ve Ağız Kokusu’’ üzerine bir söyleşi yaptı. İşte, Sağlıklı bir gülüş ve ferah bir nefes için yapmanız gerekenler...
Periodontist Dr. Aziz Yaramış: Ağız içi veya dişin tek hastalığı diş çürümesi değildir. Çevre dokular diş eti , diş eti altında bulunan kemiğin, dişin destek dokusunun yıkımıyla oluşan rahatsızlıklar da diş hastalıklarıdır. Ağız kokusunun ağız içinden olmasının sebebi mikrobiyaldentelplak dediğimiz, yiyecek içecek kalıntılarının dişlerin ön ve arka yüzey dediğimiz kısımda birikmesi sonucu oluşur. Ağız dışına ve içine bakan kısımlar fizyolojik olarak temizlenebiliyor. Ama dişlerin araları fizyolojik olarak tam temizlenmiyor. Diş aralarının diş ipiyle daha düzgün daha etkin temizlenmesi gerekiyor. Hastanın ağzı tertemiz yine de ağız kokusu varsa; o zaman mide rahatsızlığı, gastrit , faranjiyel reflü, ülser, üst solunum yolu enfeksiyonu, sinüzitten de şüphelenmek gerekir.
SABAH, AKŞAM ÜÇ DAKİKA MUTLAKA DİŞ FIRÇ ALANMALI
Dr. Aziz Yaramış: Bize hastalar genellikle diş eti rahatsızlığından habersiz "Benim diş etlerim kanıyor ağzımda kokuyor" diyor. Şunu iyi bilmek gerekir ki, ağız bakımı sadece dişlerin ağız dışına ve içine bakan kısımlarının temizliği değildir. "Sabah kahvaltıdan sonra 3 dakika , akşam yatmadan önce 3 dakika dişlerin fırçalanması ve diş ipi kullanılması". 3 dakikadan kastımız diş ipi kullanımıyla beraber 3 dakika. 3 dakikanın altında yapılan işlemde ağız içinde fırçayı görür ve çıkar . Dişlerin fırçalanması gibi dilinde fırçalanması gerekir. Diş arası temizliğinin ne kadar önemli olduğundan hiç kimsenin haberi yok. Koku yapan bakterilerin bir araya gelmesi ağız içinin florası ve ağız içindeki bakterilerin durumuyla da ilgilidir.
AĞIZ KOKUSUNUN YAŞI YOK
Dr. Aziz Yaramış: Ağız kokusunun yaşı yoktur. Bakteriyel bir enfeksiyon olması yeterli. Solunum yolunda akıntı varsa nefeste koku olur. Genelde insanların % 40 a yakınında böyle bir şikayet var ve farkındalar. Belli bir kesim etraftan "Senin ağzın kokuyor"şeklinde uyarılınca fark ediyor.Bazı sistematik hastalıklarda ağız kokusu yapar mesela şeker.. Dişler fırçalanırken veya diş etleri durup dururken kanıyorsa bu diş eti hastalıklarının sinyalidir.. Önlem alınmadığı zaman bakteriler dişi tutan altındaki kemiği etkiler, kemikte yıkımı başlatır. Şöyle bir sıkıntımız var, diş eti hastalıklarının hiç biri hastalara bir sıkıntı yaratmaz.Taaki diş sallanıp o sallanmayı hissettiğimiz ana kadar..İki tarz hastalığımız var.Biri çok hızlı ilerler diğeri biraz daha kronik ve yavaş. Kronik ve yavaş ilerleyen bir hastalık on beş yıl içinde ağızdaki bir kemiği götürür, hasta hiçbir şey hissetmez.
Hastaların en çok sorduğu sorular:
‘’Eskiden benim dişlerim bitişikti şimdi ayrılmaya başladı.
-Benim dişlerim eskiden bu kadar büyük görünmüyordu.
(Diş etleri çekildiği için dişler daha büyük görünür.)
-Eskiden ben soğuk bir şey içebiliyordum şimdi içemiyorum, dişlerim çok hassas, normalden daha hassas.’
(Bizim hastalara ‘’Sizin dişinizde çürük yok, diş eti hastalığınız var’’ deriz. Ama hastaya bunu kabul ettirmemiz yarım saatimizi alıyor...Nasıl şeker hastalığı, tansiyon hastalığı varsa bu da bir hastalık. Ama bunu kabul ettirmemiz o kadar zor oluyor ki.)
-Ben dişlerimi sabah akşam fırçalıyorum, iyi bakıyorum diş eti rahatsızlığın var. Benim bir tanıdığım var o dişlerini hiç fırçalamaz onda hiç problem yok.
(Bu günümüzde onun arabası var benim niye yok gibi bir şey. Bunun da kaynağında yatan şey diş eti hastalarının genetik yapısı)
-Doktor benim dişimde bir çürük bile yoktu sen niye beni ameliyat ettin? Ben niye ameliyat oluyorum ?Ameliyat olduğumda ne olacak?Tekrar eder mi?
(Bu safra kesesi ameliyatı değil ki. Safra kesesi alalımda tedavi olsun.Ağızdaki dişleri insan olarak düşünün biz onları kurtarmaya çalışıyoruz.Bizim son yaptığımız ameliyat, kalp masajı..Tedavinin sonu yok, ağızda dişler olduğu sürece diş doktoruyla rutin altı ayda bir irtibat halinde olması gerekir...)
İLTİHAP, DİŞ İLE BİRLİKTE TÜM VÜCUDA YAYILABİLİR
Dr. Aziz Yaramış: Ağızın veya vücudun genelinde olan kronik bir iltihap vücutta her yere yayılabilir. Kalbte, böbrekte, karaciğerde, vücuttaki bütün organlarda belli başlı iltihabik rahatsızlıklar başlatabilir. Mesela hastanın kalp kapakçığında bir rahatsızlık var, diş etlerinde bir iltihap var ise bakteriler diş temizliği sırasında kana karışır, bunun yüzdesi düşük olabilir ama olma ihtimalide vardır.O bakterilerin kalp kapakçığına yerleşip değişik boyutlarda sistemik rahatsızlık yapma olasılığı vardır. Eklem romatizması, kalp kapakçığına yerleştiği zaman oluşur.
HERŞEY GÜLÜMSEMEYLE BAŞLAR
Dr. Aziz Yaramış: Kimi hastalarımız zaman öyle bilince ulaşıyor ki " Benim diş taşı temizleme zamanım geldi" diyor, kimileri de "Ben buraya bir haftadır geliyorum hala bir şey görmedim"diyor’’ İşimiz zor, biz temel ustasıyız! Ağzı, bir arsa düşünün bataklık ilk önce bunu orda bir ıslah etmeniz lazım.O bataklık arazisine dünyanın en güzel evini yapıp bir şiddetinde bir deprem olur yıkılır. Aslında insanların diş bakımını dişleri ağardıklarında hatırlamalarının bir sebebi de özel sağlık sigortalarının diş tedavi masraflarını tümünü kapsaması. Kalp, tansiyon hastalık da diş eti rahatsız dişlerini kaybetme ihtimali olan kişi hasta değil mi..
Şunu unutmamak gerekir " Her şey bir gülümsemeyle başlar"
Gülümsemenin de en güzel ensturmanı da dişlerdir.