Bu Blogda Ara

27 Nisan 2010 Salı

TATİLDEN SONRA DOKTORA GİTMEMEK İÇİN

Aman güneşe dikkat edin.. Bilinçsiz bronzlaşma başta kanser olmak üzere birçok deri hastalığına sebep olabilir...

Dayanılmaz sıcaklar bastırdı, ilk fırsatta deniz kenarına gidip ferahlamak ve bronzlaşıp güzelleşmek istiyorsunuz.. Yola çıkmadan önce bu yazıyı mutlaka okuyun.. Çünkü sağlığınız her şeyden değerliii...

İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Güzin Özarmağan, güneşe ve ultraviyole ışınlarına karşı dikkatli olunması konusunda uyarıyor.. Çünkü bilinçsiz güneşlenme ya da güneşe çıkma sağlığımızda onarılması zor hastalıklara sebep olabilir....
10:00- 14:00 SAATLERİNDE GÜNEŞTEN SAKININ
Prof. Dr. Güzin Özarmağan ; Güneş yaşamsal kaynaklarımız arasında sayılan birkaç olgudan birisidir. Fotobiyoloji gün geçtikçe daha iyi tanımlanan bir bilimsel alandır. Çünkü güneş ışığının bilimsel yönleri özellikle ultraviyole (UV) ışınları ve bunun deriyle, direnç sistemi ile ve hatta ruhsal dünyayla etkileşimleri birçok bilim adamının, hekimin ilgisini çekmektedir. Deri hastalıkları UV ışınlarından etkilenir ve bunlar akut güneş yanığından, fotoalerji, kronik UV hasarı, yaşlanma ve deri kanserlerine kadar geniş bir spektrumu içerir. Öğle vakti dünya yüzeyine ulaşan UV ışınları deri üzerinde önemli etkilere sahiptir. Güneşten dalga boylarına göre 3 alt kategoriye ayrılan UV ışınlarının UVB olarak adlandırılan ikinci türü derinin epidermis denilen üst tabakasına etkiler. Güneş yanığının esas sorumlusudur. En yoğun şekilde güneşin tepede olduğu 10:00 ile 14:00 saatleri arasında yeryüzüne ulaşır ve filtrasyon minimaldir. UVB; DNA, RNA, protein, hücrenin temel komponentlerinde hasar oluşturabilir. Güneş ışığındaki, UVA derinin daha derin tabakalarına etki eder, deri hasarında ana rolü oynar. Deri üzerindeki kızarıklık ve bronzlaşma etkisi hemen ortaya çıkar. Derinin daha derin tabakalarına ulaşabildiğinden fotoyaşlanma ve deri kanseri gelişimine etkisi daha fazladır.
ÖNCE DERİ TİPİNİZİ BİLİN SONRA GÜNEŞE ÇIKIN
Prof. Dr. Güzin Özarmağan; Burada önemli olan kişinin deri tipini bilmesi ve bu doğrultuda korunmasıdır. FDA (İlaç ve Gıda Yönetimi) ve Amerikan Dermatoloji Akademisi tarafından kişilerin güneşe karşı reaksiyonuna göre 6 deri tipi tanımlanmıştır:
Tip 1: Daima ve kolaylıkla güneş yanığı oluşabilen, asla bronzlaşmayan, kızıl saçlı ve çilli kişiler
Tip 2: Daima ve kolaylıkla güneş yanığı oluşabilen, bazen bronzlaşabilen, açık tenli, açık renk saçlı ve mavi gözlüler
Tip 3: Bazen yanabilen, yavaş ve açık kahverengi tonda bronzlaşabilen ortalama deri tipi
Tip 4: Nadiren güneş yanığı görülen, daima orta kahverengi tonda yanan deri tipi
Tip 5: Yanma görülmeyen, çok iyi bronzlaşan, güneşe duyarsız derilerdir. Ortadoğulular gibi.
Tip 6: Asla yanmayan, çok koyu tenli, güneşe duyarsız deri tipidir. Siyahlar gibi.
Aslında insan vücudu kendini güneş ışığının zararlı etkilerinden korumak için bazı doğal koruyucu sistemlere sahiptir. Ancak bunlar yeterli olmadığından dışarıdan yardımcı koruyuculara ihtiyaç duyulmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü global ultraviyole ışınlarından korumak için bazı önerilerde bulunuyor.

A. Gün ortasında güneşte bulunma zamanını sınırlandırın: Yazın saat 10:00-14:00 arasında UV ışınları yeryüzüne enyoğun düzeyde ulaşır. Bu aralıkta güneşten kaçının.
B. Ultraviyole indeksini takip edin, öğlen 11:30-12:30 arasında, ekvatora yaklaştıkça, mevsime göre ilkbahar ve sonbaharda alınan UV günlük dozu yarı yoğunluktadır. Deniz seviyesinden yüksekdikçe, bulutlanma arttıkça ultraviyole ışınlarının zararlı etkisi azalır.
C. Gölgeleri akıllıca kullanın: Güneşli havada dışarıya çıkmamak en uygunudur. Ayrıca ışığı yansıtan su, çimen, kum ve kar gibi örtüler UV indeksini artırıcı etkiye sahiplerdir. Bu durumlarda gölge bile yeterli koruma sağlamaz.
D. Koruyucu giysiler giyin ve güneşten koruyucu gözlükler kullanın: En iyi korumayı giysiler sağlar. Baş çevresinde ortalama 10 cm genişliğinde koruyucu kenar içeren şapkalar yüz ve boyun için idealdir. Giysilerin Ultraviole Koruma Faktör(UPF) oranı 15-50 arasındadır ki bu da en az %93 oranında koruma demektir. Ağartılmamış pamuk, ipek en iyi koruyucu yaz kumaşlarıdır. Kumaşın dokuma sıklığı arttıkça UPF düzeyi artar. Açık renkli kıyafetler yansıtıcı etkilerinden dolayı tercih edilmelidir.
E. Güneşten koruyucu ürün kullanın: Güneşten koruyucu ajanlar artık ilaç gibi kabul edilmektedir. İlaç ve Gıda Yönetimi(FDA) tarafından kategorize edilerek güvenli ürünler tanımlanmıştır. İyi bir güneşten koruyucu
• Hem UVA hem de UVB’ye karşı koruma sağlamalı
• Kullanıcı tarafından iyi tolere edilmeli
• Kozmetik boyutu kabul edilebilir olmalı
• Toksik olmamalı
• Güneşte kararlılık düzeyini kaybetmemeli
• Suya dayanıklı olmalı
• Yüksek koruma oranına sahip olmalıdır.
Güneşten koruyucu ürünlerin üzerinde SPF olarak yazan kısaltma Güneşten koruma faktörü anlamına gelir.. Güneşten koruyucu ürünler etkinlik bakımından minimal, orta derecede, yüksek koruma olarak 3 kategoride sınıflanmıştır. Açık tene sahip olanlar SPF 15 ve üzerinde kullanmalıdır.
Güneşten koruyucu ürün kullanırken dikkat edilmesi gerekenler:
• Güneşten koruyucu ürünler güneşin zararlı etkinlerinden korunma programının sadece bir boyutudur, tamamı değildir
• En az SPF 15 olan ürünler tercih edilmelidir
• Özellikle burun, yanaklar, kulaklar, boyun sırtı, ellerin ve kolların dış yüzü, ayak üstleri ve saçsız baş derisine uygulanmalıdır
• Dudaklar SPF 15 ve üzeri ile korunmalıdır
• Deri arada yamalar kalmayacak şekilde kaplanmalıdır
• Ürün güneşe çıkmadan 20-30 dakika önce sürülmeli, her iki saatte bir tekrarlanmalıdır. Yüzme ve aşırı efordan sonra da yeniden uygulanmalıdır.
• Gözler ve göz çevresi mümkünse gözlük ile korunmalıdır

Fotograf altı :Özellikle çocukluk yaşlarında güneş yanığından kaçınılmalıdır. 6 aydan küçük bebeklerde güneş koruyucu yerine fiziksel koruyucular tercih edilmelidir.
GÜNEŞİN DERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Prof. Dr. Güzin Özarmağan; Güneş ışığının normal derideki etkilerini, akut, yani kısa, kronik yani uzun dönemdeki sonuçları olarak ele almak gerekir..
Akut yani kısa etkiler; güneşe maruziyetten genellikle 4-6 saat sonra başlar ve 12- 24 saatte en şiddetli seviyesine ulaşır. Mevsim, deri tipi, korunmanın düzeyi, maruziyetin süresi, kumsal-kar-su gibi yansıtıcıların varlığı güneş yanığının düzeyini belirler. Hafif kızarıklıktan su toplayan yaralara kadar değişen deri bulguları görülebilir. Ateş, bulantı, kusma ve baş ağrısı daha şiddetli ve geniş alanlı yanık olan olgularda görülür. Gözlerde kızarık ortaya çıkabilir. Tedavi için mümkünse bir dermatoloji hekimine başvurulmalıdır. Ancak hızlı bir müdahale için soğuk kompres, soğutucu losyonlar uygulanabilir, ağızdan sıvı takviyesi ve başka engel olabilecek hastalık yoksa bir adet aspirin tablet alınabilir.
Bronzlaşma, hızlı bronzlaşma özellikle koyu derililerde ve UVA maruziyeti ile dakikalar, saatler içinde görülür. Gecikmiş bronzlaşma haftalar aylar içinde ve UVB etkisi ile ortaya çıkar. Düşük dozlarda dahi UVB ile deride D vitamini sentezi görülür. Bilindiği gibi D vitamini özellikle çocuklarda kemik gelişiminde önemli rol oynamaktadır.
Fotoyaşlanma; güneşe uzun süreli, yıllarca maruziyetten sonra gözle görülür değişiklikler ortaya çıkar. İleri yaştaki bir insanın yüz ve koltuk altı karşılaştırıldığında fotoyaşlanmanın derecesi anlaşılabilir. Özellikle tip 1 ve tip 2 derisi olanlarda koyu renkli ve siyahlara kıyasla çok daha sık ve yoğun görülür. Fotoyaşlanmanın bir çok farklı belirtisi bulunmaktadır: Deride sarımsı renk değişikliği ile birlikte kalınlaşma ve güneş gören alanlarda özellikle de yüzde kırışıklıklarla özellikle ensede görülür. Yaşlılık lekeleri, güneş gören alanlarda yüz, el sırtı, ön kol, gövde üst kısmı açık-koyu kahverengi, deri seviyesindeki renk değişiklikleridir. Çil, yüz, omuzlar ve ön kol en sık görüldüğü alanlardır. Açık yada orta kahverengi tonlarda deriden kabarık olmayan minik lekeler şeklindedir.
Fotoyaşlanmanın sık görülen belirtileri dışında deride açık-koyu renk değişikliklerinin birarada olduğu, yüzeyel kılcal damarların belirginleştiği, komedon denilen siyah yada beyaz başlı elemanların görülebildiği özel tablolar da bulunmaktadır.
GÜNEŞ IŞIĞININ KANSER GELİŞİMİNDEKİ RÖLÜ
Prof. Dr. Güzin Özarmağan; Güneş ışığının kanser gelişiminde rolü vardır. Güneş ışığının , özellikle UVB’nin uzun süreli maruziyetinin gelişiminde başlıca rol oynadığı Solar Aktinik Keratoz deri hastalığıdır. UV radyasyonu, derinin en üst tabakasında DNA hasarı yapar ve bu hücrelerin kendi hasarlarını tamir edebilme yeteneğini engeller. Güneş ışığının en etkili olduğu yerler olan yüz ve el sırtları tipik yerleşim bölgeleridir. Yüzeyi genellikle ince ve pürüzlüdür, pembe yada kahverengi renklerde olabilir. Güneşten koruyucularla kendiliğinden gerileyebileceği gibi dermatolog kontrolünde tedavi edilmesi en uygun yaklaşımdır. Yassı Hücreli Kanserde ise kronik güneş maruziyeti en önemli risk faktörüdür. Ancak sigara, arsenik, insan papilloma virüsü, organ nakli gibi sebeplerle direnç sisteminin baskılanması, AIDS ve bazı genetik hastalıklar da gelişiminde rol oynayabilir. Aktinik keratoza benzer şekilde başlayabilir, ancak hızlı büyüme, sert zemin, kanama, ülser, deriden kabarık bir şekil alma gibi bulgular eşlik eder. Kesin tanı için biyopsi alınarak doku incelemesi yapılmalıdır. Büyüklüğü ve yerleşimi hastalığın seyrini ve tedavi yaklaşımını belirlediğinden erken tanı hayat kurtarıcıdır. Bazal Hücreli Kanser, en sık görülen deri kanseri tipidir. Beyaz ırk ve erkeklerde daha fazla görülen bazal hücreli kanser çoğunlukla 40 yaşından sonra ortaya çıkar. Çocuklukta güneşe maruziyet ve tekrarlayan yanıklar, açık renk deri, AIDS, direnç sisteminin baskılanması, arsenik, iyonize radyasyon, bazı genetik hastalıklar(albinizm, kseroderma pigmentozum) bazal hücreli kanser gelişimindeki diğer risk faktörleridir. Farklı şekillerde karşımıza çıkabilen hastalığın en sık görülen kliniği “nodüler’’ dir. Yani, nohut tanesi büyüklüğünde, pembe veya deri renginde, yarı saydam, kenarları inci gibi parlak, yüzeyinde ince kılcal damarlar bulunabilen şekildir. Bazen ortasında ülser denilen yara açılabilir. Bunun dışında yüzeyel, pigmente, sklerozan olarak adlandırılan farklı klinik tiplerde de olabilir. Tanı biyopsi ile doğrulanmalı ve boyutuna, yerleşimine ve tipine göre tedavi yaklaşımı belirlenmelidir. Malin Melanom ise, son zamanlarda adını sıkça duyuran, son 20 yılda görülme sıklığı özellikle tip 1 ve 2 derisi olanlarda artmıştır. Genetik yapı, ailesel öykü, UVB ve UVA, çocuklukta güneş yanığı öyküsü, atipik benlerin varlığı, doğumsal dev benler, 50’den fazla ve 5mm’den büyük benlerin bulunması, direnç sisteminde baskılanma, bazı genetik hastalıklar (kseroderma pigmentozum) melanom için risk faktörleridir. Bir bende melanom kuşkusu uyandırabilecek bulgular; asimetrik görünüm, sınırlarının net seçilememesi, farklı renk tonlarının bir arada bulunması, çapında büyüme, yüzeyinde ülser-kanama olmasıdır. Erken tanının çok önemli olduğu hastalıkta tedavi hastalığın tipine, evresine göre belirlenir.
Ultraviyole Işınlarının Tetiklediği Hastalıklar
Prof. Dr. Güzin Özarmağan ; Ultraviyole ışınlarının tetiklediği hastalıkları belirmek gerekirse başlıcaları;
KURDEŞEN (Solar Ürtiker ): Güneş ışığı ile temastan birkaç dakika sonra ortaya çıkan ürtiker (kurdeşen) dir. Kaşıntı, kızarıklık ve kabarıklar ile karakterizedir. Tedavi için ağızdan ilaç kullanımı yada ışık tedavisi yani fototerapi seçenekler arasındadır.
YAZ ALERJİSİ ( Polimorf Işık Erüpsiyonu): Çoğunlukla kadınlarda görülen hastalığa yaz alerjisinde UV maruziyetinden saatler, günler içinde ortaya çıkar. Mercimek tanesi büyüklüğünde sert kızarıklıklar şeklindedir ve bunlar bazen su kabarcıkları görünümü alabilirler. Yüz, boyun ve el sırtı sık yerleşim yerleridir. Kortikosteroid içeren kremlerle kısa sürede iyileşir. Ancak özellikle yaz ayları başlamadan önce bir dermatoloğa başvurularak koruyucu önlemler ve tedaviler yapılmalıdır.
Kolonya, parfüm, traş losyonu gibi kokulu ürünlerin kullanımından sonra güneş ışığı, özellikle UVA ile temas kızarıklık ve koyu pigmentasyon şeklinde bir fotokimyasal reaksiyon yapabilir. Buna “Berloque dermatiti„ denilmektedir.
Bir diğer fototoksik dermatit bitkilerle ortaya çıkar. Çimen, havuç, incir, limon, havuç, kereviz, maydanoz gibi bitkilerle ve sonrasında güneş ışığı ile temas, uygulama alanlarında kızarık zeminde su toplayan yaraların oluşmasıyla oluşur.
Günümüzde kullanılan yerel ürünler içinde güneşten korucuların içerdiği bazı maddeler (PABA, benzophenon, cyclohexanol gibi) fotoalerjik potansiyele sahiptir. Ayrıca tiazid grubu tansiyon düşürücü ilaçlar, sülfonamid, pridoksin de fotoalerjik reaksiyon yapabilirler.

ERKEĞİN KORKULU RÜYASI; KISIRLIK

Kısırlıkta, tedaviden önce tedbir önemli... Yetkililer uyarıyor; eğer erkek çocuğunuz varsa 2 yaşına kadar kasıktaki testisleri torbaya inmemiş veya indirilmemişse çocuğunuz kısır olabilir….

Erkeklerin korkulu rüyası kısırlık konusunu JİNEMED Kadın Sağlığı direktörü Prof. Dr. Teksen Çamlıbel’e sorduk. Prof. Dr. Çamlıbel, bu konuda öncelikle aileleri uyarıyor; ‘’Tedbir, tedaviden daha önemlidir. Her yeni doğan erkek bebeğin testisleri muayene edilmeli ve 2 yaşına kadar takip edilmeli. Yoksa geç kalınabilir’’
Prof. Dr. ÇAMLIBEL: Evli bir çiftin bebek sahibi olmayı arzu etmesinden sonra genellikle 6 ay içinde çocukları olabilmektedir. 6 aylık dönemden sonra çocuğu olmayanların doktora başvurarak muayene olmaları gerekir. Bu muayenede biz önce erkeğin sperm sayımı bakılıp değerlendirilir. Normalde spermin 1 milyonun üzerinde olması ikinci saatte % 40’ın hareketli olması ve genellikle şekil bozukluğunun olmaması gereklidir. Sperm normal bulunduğu taktirde kadınla ilgili testlere geçmekteyiz. Bir çift doktora başvurduğu zaman yaklaşık % 40-45 nedeni erkeklerde bulmaktayız. Erkekteki sperm azlığı değişik nedenlerden olabilir. Geçirilmiş kazalar, uyuşturcu madde kullanımı, bazı iltihabı olaylar başlıca nedenlerdir.
HER YENİ DOĞAN ERKEK BEBEĞİN TESTİSLERİ MUAYENE EDİLMELİ
Prof. Dr. ÇAMLIBEL: Tabiat erkeğin yumurtalarını (testislerini) vücudun dışına koymuştur. Çünkü testisler ve sperm vücudun 37 derecelik hararetinden olumsuz etkilenmektedirler. Spermler 37 derecelik bir ısıda yaşayamamaktadırlar. Yeni doğan erkek çocuklarının bir kısmında testislerin torbada olmadığı görülür. Kasıkta bulunan testisler mutlaka 2 yaşına kadar torbaya inmeli veya indirilmelidir. Bunun için bazı iğneler veya ameliyatlar yapılmaktadır. Her yeni doğan erkek çocuğun testisleri bu bakımdan muayene edilmeli ve takip edilmelidir.
Ülkemizde özellikle kırsal kesimde doktor veya ebe denetimi olmadan doğan erkek çocuklarında bu sorun geç yaşlarda fark edildiği için maalesef kalıcı kısırlığa yol açabilmektedir. Vücut hararetinde 2 seneden çok kalan testislerdeki spermi üreten ana hücreler ısının etkisi ile tamamen tahrip olabilmektedir. Sperm ana hücrelerinin tahrip edildiği böyle durumlarda malesef günümüz teknolojisi ile bir çözüm bulamamaktayız. Bunun için tedbir tedaviden daha önemlidir.
Testislerdeki toplar damarların çok kalınlaşıp yoğunlaşmasına varikosel diyoruz. Bu toplar damardaki artan kanın harareti de spermelerde sayı, hareket ve şekil bozukluğu yapabilir. Varikosel dediğimiz bu olgularda, varisleşmiş testis damarlarının bağlanarak testisin soğutulmasının azosperm bozuklarına da faydası vardır.
TÜP BEBEK VEYA MİKROENJEKSİYON YÖNTEMİ KURTARICI
Prof. Dr. ÇAMLIBEL: Bazı erkeklerde hormonal olarak spermler az üretilmekte veya üretilmemektedirler. Erkeklerde yapılabilecek bazı hormon testleri ile bunun sebebi anlaşılıp sebebe yönelik hormon tedavisi ile de spermlerde iyileşme sağlanabilir.
Yoğun iltihaba bağlı olan sperm bozukluklarında ise prostat kültürleri, masajları ve yoğun antibiyotik tedavisi ile bazen fayda sağlanabilmektedir.
Ne var ki günümüzdeki sperm bozukluklarındaki tedavi yöntemleri çok başarılı olmamaktadır. Dolayısı ile sayısı ve hareketi azalmış spermlerin özel sıvılarda yoğunlaştırılıp kadına aşılanması diye özetleyebileceğimiz “suni aşılama” yöntemi faydalı olabilmektedir. Spermin çok çok düşük olduğu olgularda ise ancak tüp bebek veya mikroenjeksiyon yöntemleri başarılı olmaktadır.
Günümüzdeki çok ilerleyen tüp bebek yöntemleri sayesinde erkeğin sperm sayısının milyonlarla değil, binlerle hatta yüzlerle ölçüldüğü durumlarda dahi mevcut spermlerle tüp bebek yapılabilir ve başarı sağlanabilir. Spermin sıfır olduğu bazı olgularda bile yumurtalıklardan alınan parçalarda sperm bulabilmekteyiz ve bulunan sperm ile de tüp bebek yapabilmekteyiz.

Fotoğraf altı yazı: Spermi zayıf olan erkeklerin ilaç ve ameliyat tedavilerine çok uzun dönem devam etmemeleri ve başarılı olunamazsa hemen suni aşılama, tüp bebek veya mikroenjeksiyon yöntemleri ile çocuk sahibi olmaya gayret etmeleri gereklidir.

Bronkoskopik tedavi

Akciğer Kanseri hastaları, ‘’Bronkoskopik tedavi’’ile tekrar ’NEFES ALABİLİRSİNİZ!’’
EĞER BUNU UYGULAYAN DOKTORU BULABİLİRSENİZ

Neredeyse ölümle eşdeğer görülen akciğer kanserinde, 25 yıldır birçok ülkede uygulanan 'bronkoskopik tedavi' ‘le hayat kurtarılabildiği gibi yaşam süresi de uzatılabiliyor. Ne gariptir ki, Türkiye'de yılda 50 bin yeni akciğer kanseri vakası görüldüğü halde bu yöntem ülkemizde ilgi görmüyor?

Türkiye'de fazla bilinmeyen ve göğüs hastalıkları uzmanları tarafından uygulanması gereken 'Terapötik Bronskopi - soluk borusu tıkanıklığının tedavisi' hakkında Medicana Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı ve Terapötik Bronkoskopist Prof. Dr. Yalçın Karakoca bilgi verdi. Karakoca’ya, akciğer hastalarının 'nefes almasını' sağlayan 'bronkoskopik tedavi' sinin neden ülkemizde yeterince uygulanamadığını sorduk...
Prof. Dr. Yalçın Karakoca,’’ Solunum yetmezliği yaşayan akciğer kanseri hastaları bazı doktorlar tarafından yapacak bir şey kalmadı diye evlerine gönderiliyor. Türkiye'de yılda 50 bin yeni akciğer kanseri vakası görülürken, ABD'de bu rakam 160 bin. Ancak Amerika'da akciğer kanserinin tüm kanserler içindeki oranı yüzde 20'lere düşmüş durumda. Türkiye'de ise neredeyse tüm kanser hastalarının yarıya yakınını akciğer kanserliler oluşturuyor. Akciğer kanserlerinin önemli bir bölümü ise ana solunum yollarına yerleşerek akciğerlerin havalanmasını engelliyor. Bu nedenle hastalar ağır solunum yetmezliği ve zatürreeden kaybediliyor. Cerrahi tedavi şansı olmayan bu tür hastalara yapılabilecek tek tedavi solunum yollarının açılmasına yönelik 'terapötik bronkoskopi' girişimleridir. Çünkü dakikada 20 kez nefes alan bir hasta dakikada 20 kez ıstırap yaşıyor. Bu hastaların solunumlarının normale döndürülmesi ıstıraplarını ortadan kaldırdığı gibi hastaların hayatta kalmalarını da sağlıyor.’’
DOĞRU TEŞHİS, YANLIŞ SEVK
Prof. Dr. Yalçın Karakoca;Kalp rahatsızlıklarından sonra ülkemizdeki en önemli ölüm nedeni olan akciğer kanseri, sigara içiminin önlenmesi halinde yüzde 90 oranında ortadan kaldırılabilir. Hastalarının çoğunda hafif, orta veya ağır düzeyde soluk borusu tıkanıklığı bulunur. Soluk borusunda tam tıkanıklık ile başvuranlarda nefes darlığı, hırıltı, kanlı balgam ve tıkanıklık arkasında enfeksiyona bağlı olarak ateş ve koyu renkli balgam şikâyetleri de olur.
Bu hastalar göğüs hastalıkları uzmanları veya dahiliye uzmanları tarafından çoğunlukla doğru teşhis edilir ve yanlışlıkla onkoloji kliniklerine sevk edilir. Onkoloji kliniklerinde tedavide ilk seçenek genellikle kemoterapidir.

Hastada solunum yolunda kanama ve tıkanıklık belirtileri ileri düzeyde ise kişi, kemoterapiyi kaldıracak durumda olmaması nedeniyle radyoterapi kliniklerine sevk edilir. Solunum yolunda tıkanıklığı ve solunum zorluğu bulunan hastalarda ışın tedavisinin geç etki göstermesi ve tıkanıklık arkasında yerleşen enfeksiyonun bağışıklık sistemini zayıflatmasının da etkisiyle hastanın radyoterapisi tamamlanamaz ya da gecikmeler nedeniyle tümörün direnç geliştirmesine neden olur.
AKCİĞER KANSERİNDE HAYAT KURTARAN YÖNTEMLER
Prof. Dr. Yalçın Karakoca; Onkoloji kliniklerinin terapötik bronkoskopi konusunda göğüs hastalıklarını yeterince cesaretlendirmemeleri, işlem komplikasyon ihtimalinin yarattığı strese bağlı göğüs hastalıkları kliniklerinin de yeterince olayın üzerine gidememeleri nedeniyle akciğer kanserinden ölüm ülkemizde hâlâ çok yaygın. Gelişmiş ülkelerde bulunan akciğer kanseri tedavi merkezleri son 25 senedir 'endobronşiyal tedavi' yöntemlerinin tamamını uygulayarak akciğer kanserinde yaşam süresini ve kalitesini artırdılar. Solunum yollarında tümörün neden olduğu tıkanıklık, hastaların çoğunda yaşamı tehdit eden faktörlerin başında geliyor. Terapötik bronkoskopi denilen solunum yollarında tıkanıklık yaratan nedenler ortadan kaldırılarak solunum yolları eski genişliğine ulaştırılabiliyor. Bronş içine doğru büyüyen tümörlerde en etkili yöntemler, lazer, koter, argon ve kriyo denilen cihazlarla yapılan işlemlerdir. Bronşun duvarı altında gelişen tümörlerde en etkili yöntemler ise 'brakiterapi ve fotodinamik' terapi denilen tedavilerdir. Bronş içinde erken dönemde tespit edilen tümörler, birden fazla odakta yerleşen ya da geniş yüzey kaplayan tümörlerde fotodinamik terapi denilen tedavi yöntemi en uygun tedavi seçeneğidir. Solunum yollarında tümörün neden olduğu kanamalar bazen hayatı tehdit eden boyuta ulaşabilir; lazer, argon, balon tamponu gibi terapötik bronkoskopik tedavi yöntemleri hayat kurtaran teknikler olarak imdada yetişir. Ancak tedavi yöntemlerinin etkin bir biçimde uygulandığı merkez sayısı oldukça kısıtlı. Akciğer kanserinde özellikle ameliyat edilmeyen hastalarda yaşam kalitesinin düzelmesi ve ölüm nedenlerinin tedavi edilebilmesi terapötik bronkoskopik tedavi yöntemlerinin başarı ile uygulanabilmesine bağlı.
Tanısal bronkoskopi yöntemleri her klinikte uygulanabilir olmasına rağmen tedavi edici bronkoskopi tekniklerini başarıyla uygulayabilen hekim ve klinik sayısı kısıtlıdır.

HER ŞEY GÜLÜMSEMEYLE BAŞLAR...

İnsanların yüzde 40’ında ağız kokusu şikayeti var. Ağız kokusunun mide rahatsızlığı, gastrit, faranjiyel reflü, ülser, üst solunum yolu enfeksiyonu, sinüzittin habercisi olduğunu biliyor musunuz?

Sağlıklı gülümse, inci gibi dişler, ferah bir nefes... Bu üç olgunun bir araya gelmesi zor gibi geliyor... AMAAAAA.."Sabah kahvaltıdan sonra, akşam yatmadan önce 3’er dakika dişlerinizi fırçalar ve diş ipi kullanılırsanız, sağlıklı bir gülümse için ilk adımı atmış olursunuz. Hele bir de altı ayda bir düzenli olarak diş kontrolü yaptırırsanız problem yok.’’ Araştırmalara göre insanların yüzde 40’ında ağız kokusu şikayeti var. Bu bir hastalık ayrıca diğer önemli hastalıkların da habercisi... Sağlık&Yaşam dergisi Dentistanbul Diş Hastanesi ekibinden Periodontist Dr. Aziz Yaramış ile ‘’Ağız Diş Sağlığı ve Ağız Kokusu’’ üzerine bir söyleşi yaptı. İşte, Sağlıklı bir gülüş ve ferah bir nefes için yapmanız gerekenler...
Periodontist Dr. Aziz Yaramış: Ağız içi veya dişin tek hastalığı diş çürümesi değildir. Çevre dokular diş eti , diş eti altında bulunan kemiğin, dişin destek dokusunun yıkımıyla oluşan rahatsızlıklar da diş hastalıklarıdır. Ağız kokusunun ağız içinden olmasının sebebi mikrobiyaldentelplak dediğimiz, yiyecek içecek kalıntılarının dişlerin ön ve arka yüzey dediğimiz kısımda birikmesi sonucu oluşur. Ağız dışına ve içine bakan kısımlar fizyolojik olarak temizlenebiliyor. Ama dişlerin araları fizyolojik olarak tam temizlenmiyor. Diş aralarının diş ipiyle daha düzgün daha etkin temizlenmesi gerekiyor. Hastanın ağzı tertemiz yine de ağız kokusu varsa; o zaman mide rahatsızlığı, gastrit , faranjiyel reflü, ülser, üst solunum yolu enfeksiyonu, sinüzitten de şüphelenmek gerekir.
SABAH, AKŞAM ÜÇ DAKİKA MUTLAKA DİŞ FIRÇ ALANMALI
Dr. Aziz Yaramış: Bize hastalar genellikle diş eti rahatsızlığından habersiz "Benim diş etlerim kanıyor ağzımda kokuyor" diyor. Şunu iyi bilmek gerekir ki, ağız bakımı sadece dişlerin ağız dışına ve içine bakan kısımlarının temizliği değildir. "Sabah kahvaltıdan sonra 3 dakika , akşam yatmadan önce 3 dakika dişlerin fırçalanması ve diş ipi kullanılması". 3 dakikadan kastımız diş ipi kullanımıyla beraber 3 dakika. 3 dakikanın altında yapılan işlemde ağız içinde fırçayı görür ve çıkar . Dişlerin fırçalanması gibi dilinde fırçalanması gerekir. Diş arası temizliğinin ne kadar önemli olduğundan hiç kimsenin haberi yok. Koku yapan bakterilerin bir araya gelmesi ağız içinin florası ve ağız içindeki bakterilerin durumuyla da ilgilidir.
AĞIZ KOKUSUNUN YAŞI YOK
Dr. Aziz Yaramış: Ağız kokusunun yaşı yoktur. Bakteriyel bir enfeksiyon olması yeterli. Solunum yolunda akıntı varsa nefeste koku olur. Genelde insanların % 40 a yakınında böyle bir şikayet var ve farkındalar. Belli bir kesim etraftan "Senin ağzın kokuyor"şeklinde uyarılınca fark ediyor.Bazı sistematik hastalıklarda ağız kokusu yapar mesela şeker.. Dişler fırçalanırken veya diş etleri durup dururken kanıyorsa bu diş eti hastalıklarının sinyalidir.. Önlem alınmadığı zaman bakteriler dişi tutan altındaki kemiği etkiler, kemikte yıkımı başlatır. Şöyle bir sıkıntımız var, diş eti hastalıklarının hiç biri hastalara bir sıkıntı yaratmaz.Taaki diş sallanıp o sallanmayı hissettiğimiz ana kadar..İki tarz hastalığımız var.Biri çok hızlı ilerler diğeri biraz daha kronik ve yavaş. Kronik ve yavaş ilerleyen bir hastalık on beş yıl içinde ağızdaki bir kemiği götürür, hasta hiçbir şey hissetmez.
Hastaların en çok sorduğu sorular:
‘’Eskiden benim dişlerim bitişikti şimdi ayrılmaya başladı.
-Benim dişlerim eskiden bu kadar büyük görünmüyordu.
(Diş etleri çekildiği için dişler daha büyük görünür.)
-Eskiden ben soğuk bir şey içebiliyordum şimdi içemiyorum, dişlerim çok hassas, normalden daha hassas.’
(Bizim hastalara ‘’Sizin dişinizde çürük yok, diş eti hastalığınız var’’ deriz. Ama hastaya bunu kabul ettirmemiz yarım saatimizi alıyor...Nasıl şeker hastalığı, tansiyon hastalığı varsa bu da bir hastalık. Ama bunu kabul ettirmemiz o kadar zor oluyor ki.)
-Ben dişlerimi sabah akşam fırçalıyorum, iyi bakıyorum diş eti rahatsızlığın var. Benim bir tanıdığım var o dişlerini hiç fırçalamaz onda hiç problem yok.
(Bu günümüzde onun arabası var benim niye yok gibi bir şey. Bunun da kaynağında yatan şey diş eti hastalarının genetik yapısı)
-Doktor benim dişimde bir çürük bile yoktu sen niye beni ameliyat ettin? Ben niye ameliyat oluyorum ?Ameliyat olduğumda ne olacak?Tekrar eder mi?
(Bu safra kesesi ameliyatı değil ki. Safra kesesi alalımda tedavi olsun.Ağızdaki dişleri insan olarak düşünün biz onları kurtarmaya çalışıyoruz.Bizim son yaptığımız ameliyat, kalp masajı..Tedavinin sonu yok, ağızda dişler olduğu sürece diş doktoruyla rutin altı ayda bir irtibat halinde olması gerekir...)
İLTİHAP, DİŞ İLE BİRLİKTE TÜM VÜCUDA YAYILABİLİR
Dr. Aziz Yaramış: Ağızın veya vücudun genelinde olan kronik bir iltihap vücutta her yere yayılabilir. Kalbte, böbrekte, karaciğerde, vücuttaki bütün organlarda belli başlı iltihabik rahatsızlıklar başlatabilir. Mesela hastanın kalp kapakçığında bir rahatsızlık var, diş etlerinde bir iltihap var ise bakteriler diş temizliği sırasında kana karışır, bunun yüzdesi düşük olabilir ama olma ihtimalide vardır.O bakterilerin kalp kapakçığına yerleşip değişik boyutlarda sistemik rahatsızlık yapma olasılığı vardır. Eklem romatizması, kalp kapakçığına yerleştiği zaman oluşur.
HERŞEY GÜLÜMSEMEYLE BAŞLAR
Dr. Aziz Yaramış: Kimi hastalarımız zaman öyle bilince ulaşıyor ki " Benim diş taşı temizleme zamanım geldi" diyor, kimileri de "Ben buraya bir haftadır geliyorum hala bir şey görmedim"diyor’’ İşimiz zor, biz temel ustasıyız! Ağzı, bir arsa düşünün bataklık ilk önce bunu orda bir ıslah etmeniz lazım.O bataklık arazisine dünyanın en güzel evini yapıp bir şiddetinde bir deprem olur yıkılır. Aslında insanların diş bakımını dişleri ağardıklarında hatırlamalarının bir sebebi de özel sağlık sigortalarının diş tedavi masraflarını tümünü kapsaması. Kalp, tansiyon hastalık da diş eti rahatsız dişlerini kaybetme ihtimali olan kişi hasta değil mi..
Şunu unutmamak gerekir " Her şey bir gülümsemeyle başlar"
Gülümsemenin de en güzel ensturmanı da dişlerdir.

7 Keto İle Sağlıklı Kilo Vermenin Sırrı

Yaz geliyor, kilo sorunu olan herkesi ‘nasıl kilo vereceği’ telaşı sardı. İnsan vücudunun doğasında bulunan 7-oxo DHEA adlı maddenin kilo vermede yardımcı olduğu çeşitli araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ayrıca 7-oxo DHEA diğer bir deyişle ‘7 keto’, ısı üretimini artıran 3 önemli enzimi aktive ederek, metabolizmayı %5,4 oranında hızlandırır; böylelikle diyet ve egzersize göre 3 kat daha fazla kilo kaybı sağlanabilir.

Uzman Diyetisyen Turgay Köse
Sağlıklı kilo vermek isteyenler için Uzman Diyetisyen Turgay Köse’den zayıflama ve gıda takviyeleri konusundaki görüşlerini aldık.

1-Yaz mevsimi yaklaşırken kilo problemi yaşayanlar hızla forma girebilmek için farklı yöntemlere başvuruyor. Bilinçli ve sağlıklı kilo nasıl verilebilir?
Aşırı besin alımı, hareketsiz yaşam, genetik, hormonal nedenler, psikolojik sorunlar, sigarayı bırakma, alkol kullanımı vb. faktörlere bağlı olarak gelişen şişmanlık tek başına olduğu gibi komplikasyonları ile de yaşam süresini kısaltan ve düşüren ciddi bir hastalıktır. Komplikasyonları arasında ilk akla gelenler: Kalp-damar, hipertansiyon, safra kesesi, şeker ve eklem hastalıkları, bazı kanser türleri, solunum rahatsızlıkları, karaciğer yağlanması, adet düzensizlikleri, kısırlık şeklinde sıralanabilir.
Bir hastalık olan şişmanlığın tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım gerekmektedir. Doktor tarafından yapılacak muayenenin ardından elde edilen kan tahlil sonuçları yorumlanarak, kişi diyetisyen eşliğinde diyet programına alınmalıdır. Egzersiz ve yaşam tarzı değişikliği hayata geçirilmelidir. Ayrıca tedaviye destek amaçlı olarak gıda takviyeleri, ilaç tedavisi ve/veya cerrahi tedavi uygulanabilir. Ardından kişi kilo koruma programına alınmalıdır.

2-Basında yer alan ‘2 haftada 8 kilo’ gibi haberler ne derece doğrudur?
Bu tip diyetlerin çoğu başlangıçta hızlı kilo kaybı sağlasa da, kısa bir süre sonra bu kilolar fazlasıyla geri alınmaktadır. Bu şekilde hızlı ağırlık kaybı sağlayan diyetler sağlığa zarar vermekte, metabolizmayı bozmakta, ömrü kısaltmaktadır. Gerçek anlamda zayıflama, vücuttaki yağ kitlesinin azalması ile mümkündür. Kas ve su kitlesindeki kayıplar hem sağlık açısından risklidir hem de kalıcı ağırlık kaybına neden olmamaktadır. Dengeli diyetlerde genelde yağ, çok düşük oranlarda karbonhidrat içeren diyetlerde su ve açlık durumunda kas kaybı olmaktadır.
Sonuç olarak; zayıflama programı kişiye özel, bireyin benimseyip yaşam tarzı haline getirerek uygulayabileceği, yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırabilecek özellikte olmalıdır.

3-Vücut mekanizmasında kilo vermeye yardımcı olan maddeler var mıdır?
Vücudun metabolizma hızını dengeleyen bazı maddelerin varlığı bilim adamları tarafından ortaya koyulmuştur. Bunlardan önemli bir tanesi insan vücudunun doğasında bulunan 7 Keto’dur. Bu maddenin kilo vermede yardımcı olduğu çeşitli araştırmalarla kanıtlanmıştır. DHEA düzeyleri yaşla birlikte azaldıkça obezite insidansı artarken; bazal metabolizma hızı azalır. Pek çok araştırmacı yaşa bağlı olarak gelişen bu durumun önlenmesi adına diyetin DHEA ile desteklenmesini savunmaktadır.

4-Kilo vermede 7 Keto vücut metabolizmasına nasıl yardımcı oluyor?
Özetle 7 Keto, “kaybedileni yerine koyma” mantığı ile yaşla birlikte azalan 7-oxo DHEA düzeylerini aktive eder. Metabolizmayı %5,4 oranında hızlandırarak diyet ve egzersize göre 3 kat daha fazla yağ kaybı sağlamaya yardımcı olur. Yapılan bilimsel çalışmalar 7 Keto’nun toksik olmadığını ve çok yüksek dozlarda bile vücutta herhangi bir organda bir değişiklik yapmadığını göstermiştir. Bunlardan daha da önemlisi, 7 Keto bir diyet desteği olarak 1998’den beri piyasada satılmaktadır ve bu süre içinde hiçbir ciddi yan etkiyle arasında herhangi bir bağ kurulmamıştır.

5-Kilo vermede egzersizin önemi nedir?
Yakın bir tarihte Avrupa’da 3000 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada sadece diyet yapanların %10, sadece spor yapanların %1, buna karşılık diyet ve sporu bir arada sürdürenlerin ise %89 oranında başarı sağladığı saptanmıştır. Bunu destekleyen, kanıta dayalı pek çok çalışma ile karşılaşmak mümkündür. Nasıl olur da bir mum oksijen varlığında yanar ve üzerine bir bardak ters çevrilip kapatıldığında sönerse, vücutta depolanan yağlar da oksijen varlığında yanar. O nedenle kilo vermek için oksijen tüketimini artırmak, yani hareket etmek şart. Dünya Sağlık Örgütü, günde 10 bin adım atmanın gerekliliğinden bahsetmektedir. 1 Dakikada 10 kkal üzerinde harcama yapmayı sağlamak mümkün değil; oysa 1 dakikada kişinin 200 – 300 kkal enerji alması mümkün. O nedenle şişmanlık tedavisinde sadece alınan enerjiye değil harcanan enerjiye de odaklanmak önemlidir.

6-Kilo vermek ile ilgili piyasada çeşitli ürünler yer almaktadır. Bu ürünler hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Light ürünlerden zayıflama ilaçlarına, aktarlarda satılan karışımlardan estetik operasyonlara, spor aletlerinden zayıflama çaylarına kadar oldukça büyük bir pazar söz konusudur. Buna paralel olarak pek çok insanın çantasına, beslenme destek ürünleri girdi. Bu tür ürünlerin hemen hepsinin üzerinde “%100 Bitkisel” veya “%100 Doğal” gibi ibareler yer almaktadır. “Doğal olan her şey zararsızdır” görüşü kesinlikle kabul edilemez, bu tür ürünlerin doktor ve/veya diyetisyen tavsiyesi olmadan kullanılması insan sağlığını tehdit edebilir. Bir kısım beslenme destek ürünleri metabolizma hızını artırarak, yağ yakımını hızlandırarak, iştahı baskılayarak vs. kilo vermeye yardımcı olmaktadır. Genel yaklaşım bu ürünlerin zayıflattığı yönündedir.


Bu tip ürünlerin gebelerde, emziren annelerde, vücut kitle endeksi* 18,5’in altında olanlarda ürünün kullanımı önerilmemektedir. İçeriğindeki maddelerden herhangi birine alerjisi olan, reçeteli ilaç kullanan veya 18 yaş altındaki bireylerin doktor ve/veya diyetisyene danışmadan kullanmaları önerilmez. Genel anlamda her kutudan sonra 1 hafta ara verilmesi daha faydalı olacaktır.
Esas tedavinin diyet, egzersiz ve yaşam tarzı değişikliği olduğu unutulmamalı; ancak destek olarak da klinik çalışmalarla desteklenen ürünlerin doktor ve/veya diyetisyen kontrolü altında kullanılması gerektiği bilinmelidir.

* Vücut (beden) kitle indeksi, vücut ağırlığının boy uzunluğunun metre cinsinden karesine bölünmesi ile hesaplanır (kg/m²).