Bu Blogda Ara

20 Aralık 2010 Pazartesi

Karındaki Aort Anevrizması Ani Ölümlere Yol Açabiliyor


Genel olarak damarların genişlemesi, çapının artması ve balonlaşması olarak tanımlanabilen “anevrizma” ani ölümlere yol açabiliyor. Oysa karın aortundaki anevrizmalar basit bir ultrasonografi tetkiki ile tespit edilebiliyor!

Doç Dr. Erdal Aslım

Kalp Damar Cerrahı Uzmanı

Dünyadaki mevcut istatistikler ve rastlanma sıklığı göz önüne alındığında, ülkemizde halen binlerce tanısı konmamış aort anevrizmalı hasta olduğu tahmin ediliyor. Vücudun tüm damarlarında oluşabilen anevrizma en sık karın bölgesinde gelişiyor. Anevrizma genelde hiçbir yakınmaya yol açmadığı için tesadüfen kontrol amaçlı tetkikler yapılmadıysa damar yırtılmadan önce fark edilemiyor. Anevrizmanın ilerlemesine karşın bir önlem alınmadığı için de damar daha fazla şişiyor ve içindeki basınca dayanamayarak bir balon gibi patlıyor. Aslında karın aortundaki anevrizmalar basit bir ultrasonograf tetkiki ile tespit edilebiliyor. Bu nedenle her yetişkinin 40 yaşından sonra 5 yılda bir ultrason muayenesinden geçmesi yaşamsal önem taşıyor.

Erkeklerde kadınlara göre 3 kat fazla görülüyor

Anevrizma durumunda, çeşitli nedenlerle damarın formu bozulup genişliyor ve çapı yüzde 50 oranında genişliyor. Yani, normalde 2 santim çapa sahip olan aort damarı genişleyerek 3 santime ulaşırsa, buna aort anevrizması deniyor. Anevrizma en çok, kalpten pompalanan kanın tüm vücuda dağılımını sağlayan aort damarında oluyor. Aortun damarında da en çok karın içerisinde, böbreklerin alt kısmında bulunan karın aortunda rastlanıyor. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat fazla görülen, aort yırtılması sonrasındaki ölüm riski de batılı ülkelerdeki istatistiklere göre yüzde 90 gibi yüksek bir oranda oluyor. Avrupa ve Amerika’daki istatistiksel araştırmalara göre 65 yaş üstündeki 100 erkekten 3 tanesinde bu hastalık görülüyor.

Ülkemizde yaklaşık 100 bin hasta saatli bomba ile yaşıyor!

İstatistikler ülkemize uyarlandığında ülke genelinde şu anda 80000 ile 100000 arasında karın aortu anevrizmatik olarak genişlemiş bir hasta grubu olduğu hesaplanıyor ve bunlara her yıl 3000 kadar yeni teşhis edilen hastanın katılımının olması gerektiği görülüyor. Bu rakamlara rağmen ülke genelinde yaklaşık olarak her yıl maksimum 1500 civarında hastaya müdahale edildiği biliniyor. Halihazırda binlerce hasta karınlarında böylesine tehlikeli bir hastalığın varlığından veya tedavi imkanlarından habersiz bir şekilde yaşıyor. adığı uyarısında bulanarak, “Belki de bazıları düşük risk ile tedavisi mümkün olabilecek bu hastalık nedeniyle yaşamlarını aniden kaybetme riski ile karşı karşıya kalıyor.” Diyor.

En büyük risk faktörü “damar sertliği” !

Aort anevrizmaları çoğunlukla ateroskleroz, halk diliyle damar sertliğinden kaynaklanıyor. Damar sertliği nedeniyle damar duvarlarında kalsiyum ve yağ plaklarının oluşturduğu deformasyonlara bağlı olarak damar duvarı deforme olup genişlemeye başlıyor ve anevrizma gerçekleşiyor. Damar sertliğinin yanı sıra farklı risk faktörleri de bulunuyor:

Ailede anevrizma varlığı
Erkek olma
Sigara kullanımı
Bacaklarda damar hastalıklarının var olması
Hipertansiyon
Kan yağlarının yüksekliği
KOAH yani bronşit veya astım gibi kronik akciğer hastalıklarına sahip olma
“Marphan sendromu” ya da “sistemik lupus”, “ ehlers danlos sendromu” gibi doğuştan gelen bağ dokusu hastalıkları ve özellikle ülkemizde daha yaygın olarak rastlanan “Behçet hastalığı” gibi hastalıklara sahip olma.
Damar bir balon gibi patlıyor!

Anevrizmada en önemli tehlike, damarın aniden yırtılarak iç kanamaya yol açabilmesi. Üstelik aort anevrizmaları genelde hiçbir şikayete neden olmadan ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla kontrol amaçlı tetkikler yapılmadıysa hastalar anevrizmayı yırtılmadan önce fark edemiyor. Anevrizma bazen, damar çapındaki artışa bağlı olarak omurgaya baskı yapabiliyor. Ancak bu baskının yol açtığı ağrılar, sıklıkla omurga veya böbrek ağrıları ile karıştırılabiliyor. Anevrizmanın ilerlemesine karşın bir önlem alınmadığı için de damar daha fazla şişiyor ve sonunda içindeki basınca dayanamayarak bir balon gibi patlıyor. Anevrizma yırtılırken buna şiddetli bir ağrı, bulantı ve kusma eşlik edebiliyor. Karın aortu yırtıldığında kan bir anda karın içerisine boşalıyor, kan kaybına bağlı tansiyon düşmesi ile hasta şoka giriyor. Organlara giden kan akımının durması ile hastanın yaşamı ciddi şekilde tehlikeye giriyor.

Utrasonografi ile tespit ediliyor!

Karın bölgesindeki aort anevrizmaları tesadüfen, karın içerisindeki diğer organların hastalıkları nedeni ile yapılan tetkiklerle ortaya konabiliyor. Zayıf kişilerde anevrizma karın muayenesi ile tespit ediliyor. Ancak şişman kişilerdeki yağ fazlalığı muayene ile tespite engel oluyor. Bu kişilerde henüz elle tespiti mümkün olmayan anevrizmalar için, en basit ve ucuz tetkik yöntemi “karın ultrasonografisi” oluyor. Teşhis amaçlı kullanılabilen diğer tetkikler arasında ise bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans yöntemleri bulunuyor. Bu tetkikler ağrısız ve komplikasyonsuz olmakla birlikte radyasyon gibi yan etkileri bulunmuyor.

Ne zaman ameliyat?

Küçük çaplı anevrizmalar 6 ay veya 1 yıl gibi aralıklarla ultrasonograf ile düzenli olarak takip ediliyor. Bu süreçte hastanın ağır şeyler kaldırmaması, aşırı ıkınma hareketinden kaçınması, yüksek tansiyon ile savaşması, kandaki yağ oranına dikkat etmesi ve sigarayı bırakması isteniyor. Aortun çapı 5.5 santime ulaştığında ise damarın yırtılma riski olduğu için operasyon kararı alınıyor. Mevcut tıbbi bilgi ve teknolojiler eşliğinde operasyon; “klasik açık yöntem” veya “EVAR” yani “Endovasküler Aortik Stent İmplantasyonu” şeklinde kapalı yöntemler ile yapılabiliyor. Açık veya kapalı operasyondan hangisinin uygulanması gerektiğine de damarların anatomik yapısı, hastanın yaşı ve ek hastalıkları göz önüne alınarak karar veriliyor.

28 Ekim 2010 Perşembe

Bağışıklık Sisteminizin Doğal Sigortası:‘Kırmızı Reishi’ Mantarı


Japonca’da ‘Ölümsüzlük’ anlamına gelen Kırmızı Reishi Mantarı, Japonya Sağlık Bakanlığı tarafından kansere karşı korunmada yararlanılabilecek en çok dikkati çeken bir mantar türü olarak kabul ediliyor. Bilimsel araştırmalar, Kırmızı Reishi Mantarı’nın vücudumuzun doğal savunma mekanizmasını güçlendirerek olumsuz etkilere karşı korumak, yüksek tansiyon, kolesterol, diyabet, bronşit, prostat gibi problemlerle baş etmek, kanser, karaciğer bozuklukları, hepatit, HIV/AIDS gibi hastalıklardan korunmada ve bu hastalıklarla savaşırken faydalı olduğunu ortaya koymuştur.

Prof.Dr.Erdem Yeşilada

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi

Fitoterapi ve Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı
Kırmızı Reishi Mantarı’nın bağışıklık sistemini güçlendirerek sağlığınızı korumaya yardımcı olduğu, içeriğindeki aktif maddelerle birçok hastalığın tedavisinde destekleyici olarak kullanılabileceği belirtiliyor. Farmakoloji ve fitoterapi, yani doğal kaynaklı ilaç ham maddeleri üzerine çalışmalar yapan Prof. Dr. Erdem Yeşilada Kırmızı Reishi Mantarı’nı anlattı.
· Kırmızı Reishi Mantarı nedir?

Bazı mantar türleri, özellikle Uzakdoğu’da son derece değerlidir. Gerek Çin ve gerekse Japon tedavi sistemlerinde Latince bilimsel adı Ganoderma lucidum olan Reishi mantarı bunlar arasında en çok dikkati çekenidir. Kırmızı Reishi Mantarı Japonya’da önemli mantarlardan biridir ve polisakkarit içerikleri bakımından zengindir, dolayısıyla bağışıklık sistemini desteklemektedir. Bu nedenle insanın daha dinç, hastalıklara daha dirençli olmasını sağlar. Bu bakımdan insan ömrünü uzatıcı özellikleri bulunduğu kabul edilir. Reishi Mantarı’nın Çin tıbbında yüzlerce yıllık geçmişi vardır. Son yıllarda gerek Avrupa ve gerekse Amerika’da önemli bir yer kazanmıştır. Etkileri bilimsel olarak giderek artan bir şekilde ortaya konulmaktadır. Reishi Mantarı’nın bir diğer etkili bileşen grubu ise taşıdığı triterpen yapısında bileşenlerdir. Triterpen bileşenlerinin reishi’nin iltihap giderici, immün sistemi destekleyici, kalp ve damar sistemi ve tansiyon gibi birçok etki profili içerisinde önemli rolü bulunmaktadır. Polisakkaritler ve triterpenlerle birlikte bilhassa bağışıklık sistemi üzerinde daha yüksek aktivite gösterir.

· Türkiye’de üretimi tedavi edici özelliğini azaltır mı?

Hiçbir madde doğada yoktan var, vardan da yok edilemez. Siz ne verirseniz, onu biyolojik sistemi içerisinde kendi ihtiyacı olan maddelere dönüştürecektir. Verdiğiniz mineraller, inorganik materyaller onun için bir kaynaktır. Çünkü besinlerini topraktan almaz. Ölü kütükten, ölü tahtadan alır. Kendi dönüşümünü yapar. Mantarlar zaten yarı parazit organizmalardır. Uygun ortamı sağladığımız her yerde bu mantarlar yetişebilir.

· Bağışıklık sistemi ve kronik hastalıklar üzerindeki olumlu etkileri

Mevcut kaynaklar ( İngilizce yazılmış olan) kalp-damar, antioksidan ve immün sistemi üzerinde olumlu etkileri bulunduğu deneysel olarak gösteriyor. Özellikle prostat ve göğüs kanseri üzerine yapılan sayılı klinik çalışmalarda tedavi edici özelliği saptanmıştır. Bu da önemli bir parametredir. Olması gereken, bu tip çalışmaların arttırılmasıdır. Bilimsel çalışma sonuçlarına bakıldığında Reishi’nin avantajı hem antikanser özelliğine sahip olması, hem de bağışıklık sistemini desteklemiş olmasıdır. Kanser bugünden yarına oluşabilen bir durum değil, uzun süreçte ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, reishi’nin belirli bir program dâhilinde, sistematik olarak kullanılması sağlığın korunması bakımından önemli yararlar sağlayabilecektir.

· Kanserli hücreleri geriletme ve tümörleri küçültme yönündeki özelliği

Hem bağışıklık sistemi üzerinde etkili olması hem de antikanser bileşenlerine sahip olması bir ilaç veya karışım için önemli bir avantajdır. Kemoterapi uygulamalarında tümör hücrelerinin öldürülmesi amacıyla sadece ilaç verilmektedir. Ancak Çin’de modern tıp uygulamalarında kemoterapi sırasında kontrollü bir şekilde bağışıklık sistemini destekleyici doğal ürünlerin başarı ile uygulandığı görülüyor. Ancak kemoterapiyle birlikte bağışıklık sistemi ilacının gelişigüzel şekilde kullanılması önemli riskleri taşır. Çünkü bağışıklık sistemi ilacı, özellikle iltihabı artıran bazı maddeler taşıyorsa, ciddi advers etkiler ortaya çıkarabilir. Bağışıklık sistemi üzerinde Reishi Mantarı’nın tedavisi etkili olabilir. Olabilir diyoruz, çünkü bunlar sadece belirli popülasyonlarla yapılan çalışmaların sonucudur. Daha geniş kapsamlı uygulamalar yapılmalıdır. İlaçlar üzerinde yapılan çalışmalar çok uzun sürer. Bir sentetik ilacın piyasaya çıkması için genellikle verilen zaman 10 yıllık bir süreçtir. Bitkisel ilaçlarda ise durum daha komplikedir, çünkü daha çok bileşen vardır. Bu bileşenlerin her birisinin etkisini gösterebilmek uzun bir süreci gerektirebilir. Diğer taraftan bunlar, yüzlerce yıldır halk arasında gerçekleşen tedavide kullanıldığı için bunların etki profilinin bu özel bileşenlerine inmeden belirlenmeye çalışılması bu konuda önemli bir avantaj sağlayabilecektir. Çünkü neticede bunlar mantardır. Yapılan çalışmalar açık bir şekilde gösteriyor ki uzun süreçte kullanıldığında hiçbir belirgin yan tesiri yoktur ve bu önemli bir avantajdır. Yan tesirsiz hiçbir şey yoktur. Suyun bile yan tesiri vardır. Önemli olan bunun yeterli miktarını ayarlayabilmektir.

· Kullanım şekli ve yaş sınırı

Yan etki bakımından güvenilir olduğu mevcut çalışmalar ortaya koymaktadır. Herhangi bir yaş sınırı söz konusu değildir. Kanserin genç kimselerde olma olasılığı düşüktür. Bu bakımdan beş-altı yaşından itibaren kullanılması uygun olabilir. Ben her zaman bir maddenin uzun süreli alınmasına pek sıcak bakmamışımdır. Çünkü her madde vücutta belirli bir metabolizma sürecinden geçiyor ve vücuda belli bir yük getirebiliyor. Bu yüzden yediklerimiz ve içtiklerimiz de son derece önemlidir. Belirli periyodlarda bağışıklık sistemi ilaçlarının bir hafta- on gün gibi süreçlerle etki etmesi söz konusu değildir. Asgari olarak etki süresi üç haftadır. Üçer aylık dönemlerle, mesela mevsim geçişlerinde yapılabilecek, arada duruma göre 1 aylık bir ara verilecek bir programın uygulanması yararlı olabilir. Bağışıklık sisteminden bahsederken, alınacak ilaçlar da bağışıklık sisteminin geç oluşmasına sebep olabilir. Örneğin, bir enfeksiyonlu hastalık geçirirseniz bağışıklık sisteminin yeterli seviyeye ulaşması mümkün olmayabilir. Miligram olarak da yapılan çalışmalarda gördüğüm günlük miktar 6 mg civarıdır.

· Doğal kullanım tercih edilmeli

Bitkisel ilaçlar kapsüllere konduğunda doğrudan etkili olur, dolayısıyla içerisine herhangi bir katkı koymak gerekmez. Ancak maddeler çok dayanıksızsa o zaman antioksidan gibi koruyucular koymak gerekebilir. Biz her zaman sıvı uygulama şekilerini tercih ederiz. Çünkü emilim ağızdan başlar ve etki daha yüksek olur. Sıvı şekli bir avantajdır, çay da o bakımdan uygundur ama uygulanışı önemlidir. Tam tarif edilen şekilde uygulanması gereklidir.

27 Ekim 2010 Çarşamba


   
Kırmızı Reishi Mantarını bilmeyenler doğal sağlık sigortaları için mutlaka Dr.Soner Dileklenin Bu mantar türü ile ilgili yazısını okusunlar www.saglikveyasamdergisi.com.tr

Birgo aracılığı ile saglikveyasamdergisi blogundan gönderilmiştir.


 

22 Ekim 2010 Cuma

Grip Aşısında Devrim: Mikroenjeksiyon Sistemli Grip Aşısı: İntanza



Yeni geliştirilen grip aşısı 1,5 mm boyutunda çok küçük iğneli bir enjektör ile deri altına enjekte ediliyor, deri içerisinde bağışıklık sistemi hücreleri bol miktarda bulunduğu için daha az miktarda aşı verilmesine rağmen kas içine yapılan aşılar kadar etkili… Aynı zamanda acısız ve de konforlu…

Prof. Dr. Selim Badur
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Grip Çalışma Grubu Temsilcisi

Aşı yaptırmaya çekinenleri harekete geçirmek için 1,5 mm uzunluğunda çok küçük iğnesi olan mikroenjeksiyon sistemli grip aşıları piyasaya çıkarıldı. Yüksek teknoloji ürünü bu aşılar hem olan hem de uygulayan açısından yüksek konfor sağlamaktadır.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Grip Çalışma Grubu temsilcisi Prof. Dr. Selim Badur aşı ile şu bilgileri verdi:
‘’Bağışıklık sistemi ile grip ilişkisi, aşı, direnç gibi konular önceliklidir. Grip aşılarında yenilikler getirildi. En önemli yeniliklerin başında Deri içine uygulanan aşıların yer alıyor. Yeni geliştirilen aşıyla 1,5 mm boyutunda çok küçük iğneli bir enjektör ile aşının deri altına enjekte edilmesine başlanıyor. Yeni aşı aynı zamanda 0,1 ml. gibi çok düşük bir hacimde deri içine veriliyor. Deri içerisinde bağışıklık sistemi hücreleri bol miktarda bulunur, böylece bu yolla verilen aşı daha az miktarda aşı verilmesine rağmen kas içine yapılan aşılar kadar etkilidir. Deri altına aşı yapmak zordur, ancak yeni çok küçük uçlu mikro injeksiyon sistemi ile bu zorluk aşılarak kitle aşılaması daha kolay hale gelecektir.
Bu yeni sistem, injeksiyon yaptırma nedeniyle, aşı olmaya çekincesi olanların da çekincelerini ortadan kaldıran ve rahatlıkla aşı olunmasını sağlayan bir sistemdir. Mikro enjeksiyon sistemli Grip aşısı ilk etapta 18-59 yaş grubundaki kişiler için uygulanacaktır. Deri içine aşı uygulamayı sağlayan bu yeni mikroenjeksiyon sisteminin aşılama oranlarını arttıracağına inanılmaktadır.
Deri içerisinde bağışıklık sistemi hücreleri bol miktarda bulunur, böylece bu yolla verilen aşı daha az miktarda aşı verilmesine rağmen kas içine yapılan aşılar kadar etkilidir. Deri altına aşı yapmak zordur, ancak yeni çok küçük uçlu mikro injeksiyon sistemi ile bu zorluk aşılarak kitle aşılaması daha kolay hale gelecektir.

8 Ekim 2010 Cuma


   
Güzellik sırlarınız mı var? Başkalarıyla paylaşın. Bizimle yada takipçilerimizle sohbet etmek mi istiyorsunuz? Biz buradayız. Anlatmak istediğiniz bir hikaye, danışmak istediğiniz bir sorunuz mu var? Bizimle bu forum sayesinde sürekli irtibat halinde bulunabilirsiniz. Çünkü biz mutluluk gibi bilgininde paylaştıkça arttığına inanıyoruz ve hepinizi Sağlık ve Yaşam FORUM da bekliyoruz...rnhttp://saglikveyasamdergisi.forumdizini.com/

Birgo aracılığı ile saglikveyasamdergisi blogundan gönderilmiştir.


 

5 Ekim 2010 Salı

Devleri Devleştiren Gizli Kahraman


12 Dev Adam A Milli Basketbol Takımı, 2010 Dünya Şampiyonası’nda devleştikçe devleşti… Yorulmadan, hız kesmeden, rakiplerini bir bir devirerek tarih yazdı ve dünya ikincisi oldu. Biz de Jump Shot Basketbol Dergisi olarak devlerimizin fiziksel kapasitesini ve gücünü; kısacası kondisyonlarını artıran gizli 13’üncü kahraman Ozan Şirikci ile konuştuk.

Haber-Röportaj: Nilay Akgün

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda millilerimizi devleştiren milli takımımızın kondisyoneri Ozan Şirikci’ya ‘performansı ve fiziksel gücü nasıl bu kadar yüksek tutmayı başardıklarını’ sorduk; o da içtenlikle cevapladı.



· 14 Eylül 2010’da Dev Adam Basketbol Takımı tarih yazdı. Tarihi kahramanları maçlara nasıl hazırladınız?

Ozan Şirikci: Bir basketbol oyuncusunun maç esnasında göstermiş olduğu fiziksel performansın içerisinde genel kardiyorespiratuvar (kalp ve solunum) kondisyon, kuvvet, dayanıklılık, sıçrama, hız ve çabukluk gibi kondisyon nitelikleri olması gerekir. Bütün bu faktörler birbirlerinin gelişimlerini pozitif veya negatif yönde etkiler. Dolayısıyla ben kendi programlarımda periyodize edilmiş, basamaklı, bireysel özellikleri göz önünde bulunduran ve ihtiyaca uygun bir program hazırlamaya gayret ettim. Bildiğimiz gibi her sporcunun farklı bir vücut yapısı ve genel kondisyon seviyesi vardır; bunları mutlaka değerlendirmek durumundayız. Tabii burada oyuncularımın göstermiş olduğu çaba, motivasyon ve çalışma azmi çok üst seviyedeydi. Eğer bu motivasyonu oluşturamasaydık işimiz çok daha zordu.


· Dünya şampiyonası öncesinde takımın kondisyonu nasıldı?

Ozan Şirikci: Her oyuncu kendi takımlarında sezonu bitirdikten sonra geçen zaman içerisinde farklı kondisyon seviyelerinde kampa katıldı. Bazı oyuncularımızın sezon içi yorgunlukları devam ederken, birkaç oyuncumuzun sezon içi geçirmiş oldukları sakatlıklar hala devam ediyordu. Takımın kondisyonu tabii ki şampiyona dönemindeki gibi değildi. Kondisyon kampımız sonrasında hazırlık maçlarında takımın ne kadar yorgun olduğunu ve hazırlık maçlarında yenilgiler aldığımızı belki hatırlarsınız. Fakat bizim işimizde sabırlı olmak gerekiyor; çünkü kuvvet, çabukluk, dayanıklılık, hız gibi sporun gerektirdiği bütün bu atletik özellikler çalışma esnasında değil, toparlanma döneminde gelişiyor. Bu nedenle o dönemde ben önemli bir aşama kaydettiğimizi düşünüyorum.

· Şampiyona devam ederken kondisyonu nasıl yüksek tuttunuz?

Ozan Şirikci: Şampiyona devam ederken takımın kondisyon seviyesini korumak önemli bir gözlem işidir. Burada tabii ki head koçumuz Sayın Tanyevic’le yapmış olduğumuz toplantılarla gerekli antrenmanların metoduna ve bazı maçlarda az süre alan oyuncularımızın özel çalışmalarıyla alakalı özel çalışmalar yaptık. Eğer bir oyuncu o gün maçta az süre almışsa o oyuncunun özel bir antrenmanla kendini yüksek kondisyon seviyesinde tutması gerekir. Bunun için de hem basketbol koçları, hem ben oyuncularımızla ayrı ve özel çalışmalar yaptık.

· Devler için nasıl bir beslenme planı uyguladınız?


Ozan Şirikci: Kamp döneminde bu konuya daha “dikkatli” yaklaşmak gerekiyor. Çünkü maçlar başladığı zaman sporcu yüksek karbohidrat ihtiyacıyla karşılaşıyor. Maçların oynandığı dönemde diyet yapmak yerine karbonhidrat, protein ve hatta kullanılabilir yağ açısından zengin besinler tüketmek gerekmektedir. Fakat kamp döneminde biz oyuncularımızın oynadıkları mevkiiye göre belirli bir kilo ve "size"da olmaları gerektiğini bildiğimiz için buna göre bir yönlendirme yaparız. Fazla yağ kitlesinden kurtulması gereken veya aynı şekilde kas kitlesi kazanarak kilosunu arttırmaya çalıştığımız oyuncularımız oldu tabii ki. Antrenman ve uygulanan beslenme programı birbirine uyumlu olmalıdır.



Özel bir besin ya da enerjilerini yükseltecek doğal takviyelere gerek duydunuz mu?


Ozan Şirikci: Takviye olarak verdiğimiz bazı ergogenic yardımlar oldu. Vitamin-mineral, protein desteği, karbonhidrat desteği bunlardan birkaçı. Ayrıca maç zamanı Beta alanin, creatin gibi performansı ve toparlanmayı destekleyen takviyeler de kullandık. Fakat bütün bu saydıklarım istikrarlı bir sportif performans için olmazsa olmaz düzenli bir beslenme programı; uyku ve iyi bir antrenman programı bütününün içinde sadece %5’i teşkil eder.

· Dünyada kondisyonu artırmak için kondisyonerler ne tür takviyeleri kullanıyor? Sizin bu konu hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Ozan Şirikci: Aslında çok güzel bir konuya değindiniz! İçerisinde doping maddesi içermeyen "ergogenic aids" yani ergojenik yardım diye adlandırdığımız bu destek ürünleri ne yazık ki inanılmaz bir ticari boyuta ulaştı. Sporcular ve maalesef kondisyon koçlarının çoğu bu ürünlere gereğinden fazla itimat ediyor ve inanıyorlar. Doping konusuna hiç girmeyeceğim çünkü o başlı başına ayrı bir konu… Fakat bu ergojenic destekler arasında L-carnitin gibi yağ yaktığına inanılan ürünler, protein ve karbohidrat destekleri, L-glutamine, L-arginin gibi amino acid grubu ve protein türevleri, vitamin mineral takviyeleri; uyarıcılar içerisinde ise cafein, guarana gibi sempatik sinir sistemini aktive eden ürünler sayılabilir. İnsanlar şunu zannediyor; “L-carnitin aldım, şimdi yağ yakacağım!” Metabolizma olarak durduğunuz yerde hiçbir şey yapmadan da belirli oranda yağ yaktığınızı biliyor muydunuz? L-carnitinin yağ yakımına yardımcı olduğunu söyleyen çalışmalar olduğu gibi belki iki katı kadar sindirimsel yolla alındığında işe yaramadığını söyleyen birçok çalışma da mevcuttur.



Citruline Malate'a gelince:) Biyokimyasını anlatmak hem okuyucular hem de sizler için kompleks olabilir. Kısaca etki mekanizmasından bahsedersek, "citruline malate": asteni (normal yorgunluktan farklı olarak oluşan ve dinlenmeyle kaybolmayan, ritim bozukluğu, uyku düzensizlikleri, dikkat ve koordinasyon eksikliği, çeşitli enfeksiyonlara neden olabilen genel sağlık durumunun kötüleşmesi) ve efor sonucu oluşabilen kronik yorgunluk sonucu oluşan performans düşüklüğünü düzeltmek için kullanılan bir üründür. Aslında citruline malate, enerji metabolizmasında var olan "krebs cycle" ya da laktik asit siklusu dediğimiz bir döngünün içerisinde bir ara üründür. Efor sonrası biriken laktik asidin ve oluşan asidozun azaltılmasında, defense mekanizması sırasında oluşan amonyumun düşürülmesinde "corrector” olarak işe yaradığı bazı çalışmalarda ortaya konulmuştur. Sonuç olarak amacı vücut enerjisini ve potansiyeli yüksek seviyede tutmaktır. Efor sonrası toparlanma döneminde, yoğun kamp dönemlerinde krampı ve yorgunluğu azalttığı, asidozu düşürdüğü söylenebilir.





Anaerobik performansı ve enerji toparlanmasını artıran ve etkisi kanıtlanmış creatin monohydrate gibi ürünler de var. Sonuç olarak bu ürünlerin kas kitlesini artırmak, yağ yakımın hızlandırmak, motivasyonu ve uyanıklığı yükseltmek gibi nedenleri olabilir. Fakat ben bilimsel olarak araştırmadığım ve inanmadığım hiçbir ürünü tavsiye etmiyorum. Bu tür takviyeleri sporcuyu motive etmek için bir dozda kullanabilirsiniz; ama performansı doğrudan bu ürünlere bağlamak cahillik. Sporda ve sportif başarıda kondisyon bilimi dünyada çok büyük bir bilim dalı… İçerisinde biyokimya, biyomekanik, neredeyse patoloji hariç bütün medikal ana bilim dallarını barındırır. İyi irdelemek ve kullanılacak maddeleri iyi tespit etmek gerekir... Son yıllarda beta alanin üzerinde yapılan çalışmalar bu maddenin dayanıklılığı artırdığını ortaya koymuş. Amerika’dayken gördüğüm 3 veya 4 maddenin atletik çalışmalarda kullanıldığı: beta alanin, creatin monohydrate kullanılabilir serbest yağ asitleri, karbohidrat ve protein shake'ler.

· Bir kondisyoner takımını maçlara nasıl hazırlar?

Ozan Şirikci: İlk önce takımdaki oyuncuların fiziksel olarak ihtiyaçlarını belirlemek ve antrenman programlarını oluşturmak için bir test prosedürü uygulamalı ve ihtiyaçlar tespit edilmelidir. Daha sonra o sporun gerektirdiği performans özelliklerini tespit etmek ve antrenmanlarda uygulamak gerekir. Bütün spor dalları için neredeyse ortak olan hız, çabukluk, reaksiyon zamanı, kuvvet, güç, dayanıklılık, çokyönlülük, koordinasyon gibi özellikler kademeli olarak geliştirilmelidir.

Örnek verecek olursak; dayanıklılığı olmayan bir sporcu ne kadar kuvvetli olursa olsun o kuvvetini maç boyunca devam ettiremezse bu özelliğinin bir anlamı yoktur. Burada kuvvette devamlılık ilkesi karşımıza çıkar. Bütün bu özellikler basitten zora, kolaydan karmaşığa, temelden kompleks hareket serisine doğru bir yol izlemelidir. Yeteri kadar kuvvete sahip olmayan bir basketbol oyuncusundan çok süratli olmasını istiyorsanız hayal görüyorsunuz demektir.

Genetik faktörlerin dışında bütün kondisyon yetileri ihtiyaca göre dizayn edilir. Bu da takıma, oyunculara, sakatlık durumuna, yaş ve cinsiyet farklılığına bağlı olarak değişir. Sorduğunuz sorunun kesin bir cevabı yoktur çünkü değişkendir. Ama temel prensipleri bilmek çok önemlidir. Dinlenme ve toparlanma faktörünü göz önünde bulundurmayan ve sürekli yükleme yapan bir antrenör belirli bir süre sonra takımda kronik yorgunluk vakalarıyla ve sürantrene dediğimiz sporcunun performansının iyileşmediği, hatta kötüleştiği sendromla karşılaşacaktır. Dediğimiz gibi çalışırken değil toparlanma döneminde kondisyon seviyesi yükselir. Bu nedenle iyi bir yüklenme-dinlenme yüzdesi yakalamak gerekir.



Ozan Şirikci kimdir?


Kahramanmaraş’ta 1977’de doğdum. Fakat Eskişehir’de büyüdüm ve eğitimimi tamamladım. İlk önce Anadolu Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, ardından sporda yüksek performans üzerine çalışmak istediğim için yine Eskişehir’de Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde insan fizyolojisi ve anatomisi üzerine 5 yıl yüksek eğitimimi tamamladım. Böylece hem genel, hem de bir egzersiz fizyoloğu olarak mezun oldum. Elit düzeydeki basketbolcular üzerinde yüksek performans, maksimum oksijen kullanımı, toparlanması ve uyku fizyolojisi üzerine bilimsel çalışma yaptım ve makale yazdım. Eğitimim süresince hem kişisel, hem takım bazında kondisyonerlik yapmaya devam ettim. Bir yandan da egzersiz fizyoloji laboratuarında çalışmalarım devam etti. Daha sonra İstanbul’a yerleştim. Fenerbahçe-Ülker’de çalışmaya başladım ve son iki yıldır basketbol a milli takımımızı çalıştırıyorum. Öncesinde genç milli takımı çalıştırmıştım. Geçen sene Şampiyon FB-Ülker kadrosunda kuvvet-kondisyon koçu olarak görev yaptım. Her yıl Amerika’ya gidiyorum ve oradaki gelişmeleri yakından takip ediyorum. "Cybex international" ile biyomekanik (Boston -USA), "Athletes Performance" (Los Angeles) ile atletik performans üzerine, Newyork’ta ise NSCA(National Strength and Conditioning Association ) ile çalıştım.
Aynı zamanda ben bir basketbol ve atletizm koçuyum. Yani bütün çabam sportif başarıyı getiren çok önemli unsurlardan fiziksel kapasiteyi ve gücü artıracak konular üzerine yoğunlaşmak.